* HAFTANIN FLATCAST FCP TEMALARI

                                                           

Gönderen Konu: YUNUS EMRE-8 (1238-1321)  (Okunma sayısı 1143 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

YUNUS EMRE-8 (1238-1321)
« : Şubat 02, 2012, 11:14:38 ÖÖ »
YUNUS EMRE-8 (1238-1321)

Aşk, sırları açıklatır, insanın gönlünü ve dilini çoşturur. Aşığın içindeki Hakk nuru durmadan taşar. İçindeki aşkı uyanan ve harekete geçen insan, sarhoş gibidir ve bundan kurtuluşu da yoktur.

Yunus'un meşhur "Aşkın aldı benden beni, bana seni gerek seni" şiiri, aşkın gücü ve âşıkın halini anlatmada büyük anlamlar taşımaktadır. Artık âşık sadece aşkla avunmaktadır; varlığın, yokluğun onun için bir anlamı yoktur. O, tamamen Allah'ın tecellisi ile dolmuştur (145). Aşkın varlığı değil, artık aşktan uzak kalmak, dostun ana kaynağından uzakta bulunmak insana ıstırap vermektedir. Can öbür dünyayı ve oradan da Tanrı'nın can denizinde yok olmayı arzulamaktadır. Âşıkın ruhunun çoşup kaynaması, sabırsız olması bundandır.

"Ne deliyim ne usluyum, benzer neye benim işim
Aşk denizine garkolup gönlüm, cânım doymaz benim.(178)

Gönlündeki sevgi ateşinin aşk denizinde söneceğini ummaktadır. Aşk, ateş içinde biten bir güldür ve devamlı açar; ateş şiddetlendikçe bu gülün kokusu artar. Buna karşı âşıklara öğütlenen sabırdır, ama bu durumda gönlün sabretmesi de çok zordur.
Gerçek âşık, evrendeki her şeyi Kur'ân gibi okur. Bütün varlıklar ve bütün oluşlar Allah'ın âyetleridir.

"Helâl kıldı ma'şuka âşık kendi kanını
Ma'şuk nakşından okur aşk eri Kur'ân'ını."(198)

Aşk, cihanın sultanıdır, "canlar içindeki can"dır; çünkü hükmünü canlarla yürütür. Tabiatı her an canlandıran, ölüleri dirilten, hareketleri her an kontrol eden odur. Bütün varlıklar, bilerek veya bilmeyerek aşk yolunu izlerler.

"Yunus sevdiğin gözle, aşk yolunu key izle
Râzı gönülde gizle, söze hâkim sen misin?"(114)

Her şey olan Allah, hükmünü aşkla yürütür. Doğru da yanlış da, iyi de kötü de O'dur. Yapan O, yaptıran O'dur. Her şey, baştan sona Hakk'tır.

"Baştan ayağa değin Hakk'tır ki seni tutmuş
Hakk'tan ayrı ne vardır, kalma gümân içinde.
Girdim gönül şehrine, daldım onun bahrine
Aşk ile gider iken iz buldum cân içinde."(120)

Eğer bu izden gidilirse, onsekizbin âlem halkının hepsinin bir olduğu görülür. Değişik görülen her şey, aslında o bir olan bütünün çeşitli parçalarıdır. O, kendisini kendi gözleriyle görür, kendi kulaklarıyla dinler, kendi aklıyla anlar. Ama gene de Mûsâ'ya Tur Dağı'nda "len terani" (beni göremezsin) (Kur'ân-ı Kerim 7/143) der; İslâmlara "bakın", "görün", "akledin", "düşünün" der.

"Yunus, sen dilerisen, Dostu görem der isen
Ayandır görenlere ol gönüller içinde."(122)

Gönüller içindeki bu gerçeğin farkına varılmazsa, o varlığın hiç bir anlamı kalmaz.

"İşitin ey yârenler, aşk bir güneşe benzer
Aşkı olmayan gönül, misâl-i taşa benzer."(159)

Bu gönlün yaptıkları da, söyledikleri de kötüdür artık. Tâ ki onu aşk yumuşatsın, olgunlaştırsın; insanın gözünde nur olsun baksın, dilinde söz olsun aksın. İnsan da bilgiçlik taslamasın, ümmî olsun, ona tamamıyla teslim olsun.

"Ol Dost bana ümmî demiş, hem adımı ümmî komuş
Dilim şeker, gövdem kamış, bu söyleyen nemdir benim?"(178)

İnsanı manevî yönden, aşk yönünden eğitecek olan Allah'tır. Burada aşk, en etkili eğitim vasıtasıdır.

"Esritti aşka düşürdü, ben ham idim o pişirdi
Aklımı başa düşürdü, hayrı şerden seçer oldum."(104)

Aklın başa gelmesi, insanın kendini bilmesi ancak aşk sayesindedir.

"Bülbül dahi âşık güle, nazar Hakk'tan olur kula
Bir keleci gelmez dile, gönüllerde yanmayınca."(193)

İnsanlardaki bu aşk Allah'tan gelir, ilâhidir. Onun insanlara bir lütfu, bir hikmetidir. Bütün evrenin anlamını, nereden gelip nereye gideceğimizi gösteren bir ışıktır. Yunus, aşkla terbiye edildiğini şöyle anlatır:

"İzzet ü erkân, iyi ad, aşk yoluna noksandurur
Ben niderim iyi adı, çün terbiyat aşktan yerim."(176)

İzzet, erkan, hırs, heva dünya sevgisinden doğar. Dünya nimetlerinden geçmeden aşkın ne olduğunu anlamak güçtür. Hattâ dünya mallarını feda ederek de aşka ulaşamayız; ona ulaşmak için candan dahi geçmeliyiz. Cehennem korkusu veya öte dünyada Cennet'e girmek istekleri de nefsanî duygulardır. Bunlar, sadece insanların terbiyesi için gösterilmiş hedeflerdir. Yoksa gerçek âşık, Allah'ın tecellisine kayıtsız-şartsız teslim olmalıdır.

"Âşık mı derim ben ona Tanrı'nın Uçmağın seve
Uçmak hod bir tuzakdurur, eblehler canın almağa
Âşık olan miskin olur, Hakk yoluna teslim olur
Her ne dersem boyun tutar, çare yok gönül yıkmağa."(38)

Bu yolda riyazetler çekip, halvetlere girip, sohbetlerde "baş çatıp" gönüldeki aşkı kuvvetlendirmek gerek. Yürekteki aşk ateşi, ancak "Dostun cefasına" sabreylemekle artar.

"Canını aşk oduna vermeyen âşık mıdır?
Cehdeyleyip ol Dosta ermeyen âşık mıdır?
Dost sevgisi gönülde cân ile berkitmeyen
Tûl-i emel defterin dürmeyen âşık mıdır?"(52)

Âşıkın en önemli özelliklerinden biri ölümden korkmamak, ölümden sonrasına hâkim olmaya çalışmaktır. Ölümsüzlüğe ancak böyle ulaşılabilir. Canını terketmeyenin Allah'a ulaşabilmesi mümkün değildir. Âşık, ne bu dünya malına tamah eder ne de öte dünya korkusu ile telaşa düşer. Âşıkın yeri bu dünyadan da, âhiretten de başka yerdedir.

"Âşık öldü diye salâ verirler
Ölen hayvan olur, âşıklar ölmez."(166)

Aşka düşen, kısa sürede dünya nimetlerinden, öte dünya korku ve heveslerinden geçtikten sonra, insanların büyük çoğunluğunun bağlı oldukları dinî inanış ve ibadetlerin ötesine geçmişlerdir.

"Ey âşıklar, ey âşıklar, mezheb ü din aşktır bana
Gördü gözüm dost yüzünü, yas kamu düğündür bana."(41)

Âşık kendini tamamen Hakk'a teslim etmiş, her türlü nefis isteklerinden vazgeçmiştir. O, "Dosta" ulaştıktan sonra ona dünya-âhiret bir olmuştur, ezel ve ebed dün ile bugün gibi olmuştur.

"Ol Dost beni veribidi, var bu dünyayı gör dedi
Geldim gördüm hoş arayış, seni seven kalmaz ona."(41)

Âşıkların gözü-gönlü Allah'tadır. Kendileri dahil, içinde yaşadıkları her şeyi Allah'ın tecellisi olarak algılarlar ve bu algı devam eder. Esriklikleri, sarhoşlukları bundandır. Kendilerini hep Allah ile beraber hissederler; dünya-âhiret, zaman-mekân hislerinin üstüne çıkmışlardır. Bu nedenle; ne Cennet'e ulaşmak ne de Cehennem'den kaçmak için yaşarlar. Onlar bu dünyada iken Hakk içinde erimişler ve yok olmuşlardır.

"Din ü millet sorar isen, âşıklara din ne hacet?
Âşık kişi harab olur, âşık bilmez din-diyanet.
Tâat kılmak Uçmak için, din tutmayan Tamu için
Ol ikiden fariğ olur, neye benzer bu işaret?
Soru-hesap olmayısar dünya-âhiret kovana
Münker ü Nekir ne sorar, terkolıcak cümle murat.
Havf u recâ gelmez onda varlık-yokluk bırakana
İlm ü amel sığmaz onda ne terazi var ne Sırat.
Ol Kıyâmet pazarında her bir kula baş kayısı
Yunus sen âşıklar ile hiç görmeyesin Kıyâmet."(45)

Aşkın insanda çok büyük değişiklikler yaptığı, aklı, sabrı, dini, ilmi, edebi, toplum kurallarını yok ettiği; onu tamamen ayrı bir yaşama boyutuna soktuğu, duyu organlarının ayrı bir algılama boyutuna ulaştığı doğrudur.

"Zühd ü tâat, usul-i din aşk haddinden taşra durur
Nisbet değildirür bana secde vü rükû u kıyâm.
Can gözüyle bakan görür Yunus gözüyle gördüğün
Yoksa yaban gözü ile kimesneye ne söyleyem?"(177)

Muhakkak ki, sevginin aşk boyutuna yükselmek, insanı, çok daha değişik algı ve anlam boyutlarına çıkarıyor. Bu düzeyden de, dünyadaki olaylar ve varlıklar çok sade ve normal algılamadan çok değişik, hattâ çoğu kez tamamen zıddı gözüküyor. Allah'ın tecellisi olan bu evrenleri de büyük bir huşû içinde temaşa eden Yunus Emre ve diğer âşıklar, bu dünyada kendilerini yabanda gibi hissediyorlar; bir şeyhin eğitimi ile kanatlanıp asıl vatana, Hakk katına, "elest bezmi"ne ulaşmak istiyorlar.

"Sözü bu Yunusun güzelleredir
Eğer âşık olursan uyanasın." (188)

3.4. İnsanın özü: benlik

Kendi dışındaki tabiatla yaşayıp, bütün hayatı buradaki varlık ve olaylarla izah edebileceğini sanan insan, sonunda derin bir bunalıma düşüyor, tabiatın çeşitliliği içinde kaybolup gittiğini hissediyor. Dış dünyadaki karmaşıklık ile düzenliliğin o kadar içiçe girmiş olması, insanın bu dünyada berrak bir sonuca ulaşmasını engelliyor. Dış dünya ile başedemeyeceğini anlayan insan yine kendine, kendi özüne yöneliyor.
İnsanın kendinde ilk rastladığı şey, her yönüyle dış tabiatın kanunlarına bağlı olan bedenidir. Ancak kendi içinde daha derinlere yöneldiğinde, orada bambaşka bir dünyanın bulunduğunu, kendisini insan yapan esas özün orada olduğunu farkediyor. Bu özün özelliklerine baktığında da, özün bu dünyaya ait olmayıp başka bir evrene ait olduğunu, asıl vatanından ayrılıp buraya düştüğünü; bu bedenler dünyasında oldukça yabancılık çektiğini anlıyor.

Tasavvuf "felsefesi"nin, evrenlerin yaratılmasında önce bütün varlıkların "Allah katındaki birliği" inancı ve ruhun bu "ezelî vatan"dan ayrı düşmesi olgusuna, Yunus'un bir çok şiirinde rastlanmaktadır. O zaman ve mekânda, bizim zaman ve mekânımızdaki her şey eksiksiz yaratılmıştı. Canlar, Allah aşkıyla hep bir araya toplanmışlar, bu gerçeklik evreninde, sadece marifet söylüyorlardı. İşte mutasavvıflar, Allah ile insan canlarının bu birlik ve dostluğunu hatırlamakta ve onu istemektedirler.

Çarh-ı felek yoğidi canlarımız var iken
Biz ol vaktin dost idik, Azrâil ağyar iken.
Çalap aşkı candaydı, bu bilişlik andaydı,
Âdem, Havva kandaydı, biz onunla yâr iken.
...
Ne gök varıdı ne yer, ne zeber vardı ne zir
Konşuyuduk cümlemiz, nûr dağın yaylar iken."(106)

Yunus, bu canlar evrenindeki birliği, maddeler evreni yaratılmadan önceki birliği, bütün zamanlara ve mekânlara hâkim olarak çok canlı anlatmaktadır.

"Aklın ererse sor bana, ben evvelde kandayıdım
Dilerisen deyüverem, ezelî vatandayıdım.
Kâlû belâ söylenmeden, tertip-düzen eylenmeden
Hakk'dan ayrı değil idim, ol ulu dîvândayıdım."(84)

şeklinde başlayan şiirinde, canının, bütün peygamber ve velilerin canlarıyla o ezelî vatanda dost olduğunu, onların mutluluk ve cefalarına katıldığını anlatıyor.

"Bu cihana gelmeden sultan-ı cihandayıdım
Sözü gerçek, hükm-i revan ol hükm-i sultandayıdım."(85)

diye başlayan şiirinde, gökler meleklerle dolmadan, bu evren mülkü yaratılmadan, yaratıcının katında, endişeden uzak bir mutluluk içinde bulunduğundan bahsediyor.
Yunus'un bu tecrübeleri zaman hâkimiyetinden doğmaktadır. O ruhen bütün zamanlara hâkim olmakta, tâ yaratılıştan önceki safhaya gidip gidip gelmektedir.

"Bu cihana gelmeden ma'şûkıla biridim
Kul huvallah sıfatlı bir bî-nişan nûr idim."(182)

diye başlayan şiirde, Allah'ın sınırsız kudreti içinde eridiğini, o birlik deminde evrendeki hiçbir şeyin farklılaşmadığını, bütün varlıkların sonradan, o birlikten çıktığını söylemektedir:

"Nice kez geldim-gittim, delim sûret yarattım
Bu şimdiki sûrette Yunus olup dûr idim."(182)

Gene böyle çoşkulu bir aşk anında, yüzyetmiş bin feriştehin (melek) saf bağladığı bir ortamdan geçerek, Cebrâil'in de bulunduğu o ulu divâna vardığını, Kur'ân'da yazılı olanların hepsini orada okuduğunu, doksan bin Hakk kelâmının otuz bininin sır olduğunu gördüğünü, Allah'ın bütün evrenlere hükmettiğini, her zaman kendisinin de O'nun katında olduğunu, sadece bu varlık evrenine gelişinin "şimdi" olduğunu anlatır ve şiiri şöyle bitirir:

"Ben bu sûretten ilerü adım Yunus değil iken
Ben olıdım, ol benidim, bu aşkı sunandayıdım."(95)

Başka bir şiirinde de

"Benim Dost ile bazarım yaratılalıdan değil
Severidik ma'şûkayı henüz gelmeden cihâna."(117)

diyen Yunus, "Ata belinden bir zaman anasına düştü gönül" diye başlayan ve bir insan hayatını özetleyen şiirinde de

"Yürüridim anda pinhan, Hakk buyruğu vermez aman
Vatanımdan ayırdılar bu dünyaya düştü gönül."(81)

diyor. Bu dünyaya geliş sersemliği geçip de kendi içindeki kaynağı bulduktan sonra, büyük bir aşk ve güç ile ana kaynağa dönmek istediğini belirten Yunus, bu dünyada kendisini esir gibi hissetmektedír.

"Ben bu ile garip geldim, ben bu ilden bîzarım
Bu tutsaklık tuzağın demi geldi üzerim."(85)

İnsana Allah'tan bir parça olarak verilen ve hakkında bizim pek fazla bir şey bilemeyeceğimiz belirtilen ruh (Kur'ân-ı Kerim 17/85), bütün canlılara canını veren nefisten (kaba ruhtan) çok daha ince, bizi Allah'a inandıran ve ana kaynağa götürecek olan rehberdir.

İnsanların bu dünya hayatında oluşa isteyerek katılmaları için, insanın özü birçok perdelerle örtülmüştür. Eğer bu perdeleme olmasaydı, hiç bir can bu dünya hayatına katılmaz, hepsi işi-gücü bırakıp asıl kaynağa dönmek için çabalardı. Oysa insanın yaradılışının, bu dünyaya halife olarak gönderilmesinin bir anlamı vardır ve "sünnet"te gördüğümüz bu anlamın hiç bir zaman gözden kaçırılmaması gerekir.

İnsan bir kere kendi özü ile yaratıcı kudretin, evreninin özünün aynı olduğunu hissedince, her türlü bağları kırarak kendi bütününe kavuşmak istiyor. Kendisini zamanın, mekânın, dünyanın ve nefsinin esaretinde hissediyor. Bunları kırmak, aşmak ve gerçek hürriyetine kavuşmak istiyor.
İnsanın hürriyete ulaşması, insanın iç dünyasındaki sırların çözümü ile mümkündür. Dış dünya sırlarını akıl çözecektir; ancak akıl bu yolda büyük başarılar göstermiş olmasına rağmen sık sık da büyük hatalara düşmekte, mutasavvıflara fazla güven vermemektedir. Bu nedenle mutasavvıflar insanın iç dünyasına yönelmekte, "lübb" ile "ben"deki düğümü çözmek istemektedirler. "Allah'ın inanan kimselerin gönlünde olduğu" hadisinden hareketle, insan gönlüne ulaşmaya çalışmaktadırlar. Muhammed Bahâddin Nakşbend de böyle bir hedef gösteriyordu: "Gönlü anlayan her şeyi anladı, gönlü bilen her şeyi bildi. Çünkü Allah, inanan kulunun kalbindedir, gönlündedir". Kur'ân'daki "... ve nefsinizde âyetler var, hâlâ görmüyor musunuz?" âyeti de (51/21), insanın özünde ne büyük gerçekler olduğuna işaret etmektedir.
Bütün evrenin, Allah'ın çeşitli şekillerde tecellisi olduğunu anlayan bir mutasavvıf için, cana yönelerek Allah'ı kendi içinde bulmak, en doğru yoldur.

"İstediğimi buldum eşkere can içinde
Taşra isteyen kendi, kendi nihân içinde."

diye başlayan şiirinde, her şeyin içinde, her şeyin arkasında Allah'ın bulunduğu, her dilde onun söylediği, hasta olanın da sağlıklı olanın da kendisi olduğu anlatılarak şöyle deniyor:

"Sayrı olmuş iniler, Kur'ân ününü dinler
Kur'ân okuyan kendi, kendi Kur'ân içinde.
Baştan ayağa değin Hakk'tır ki seni tutmuş
Hakk'tan ayrı ne vardır, kalma gümân içinde
Girdim gönül şehrine, daldım onun bahrına
Aşk ile gider iken iz buldum cân içinde."(119-120)

İnsanın kendi benliğindeki Allah'a ulaşabilmesi için kendi benliğinde "seyretmesi" gerekir. Bu, Hakk'ın tecellisi olarak oluşmakta olan "tabiatta seyir"den çok daha zordur. Ama Yunus'a göre bu, "yakın seferdir" ve çok güzel bir yoldur:

"Bende baktım bende gördüm benim ile bir olanı
Sûretime cân olanı kimdurur (ben) bildim ahi.
...
İsteyüben bulımazam, ol benisem ya ben hani
Seçmedin ondan beni, bir kezden ol oldum ahi.
...
Ma'şuk bizimledir bile, ayrı değil kıldan kıla
Irak sefer bizden kala, dostu yakın buldum ahi.
...
Nitekim ben beni buldum, bu oldu kim Hakk'ı buldum
Korkum onu buluncaydı, korkudan kurtuldum ahi.
...
Yunus kim öldürür seni, veren alır gene cânı
Bu canlara hükm'edenin, kim idiğim bildim ahi."(141)

Yunus'un en büyük çabası kendisini bilmesi idi. Kendisini bilip tanıdıktan sonra, orada Allah'a yönelmekte, onunla dost olmakta, hiç bir şeyden korkmamakta, onunla dost olanların meşakkatli hayatını yeniden yaşamakta, hattâ onunla beraber evrenlere hükmetmektedir (86-87). Bu durum Yunus'a büyük bir hürriyet sağlamakta, kul iken sultan olmakta, ne ölümden ne Azrail'den korkmaktadır.

"Hakk cihana doludur, kimseler Hakk'ı bilmez
Onu sen senden iste, o senden ayrı olmaz."(68)

diyen Yunus, Allah'ı bulmak için bunca sözün, bunca aramanın gereksiz olduğunu, ona giden en kısa ve emin yolun insanın içinden geçtiğini şöyle anlatır:

"Dağlar aşıp, berye çekip ey uzak sefer edenler
İstediğin sendeyiken, acep nice seferdurur?
Hiç kılmagıl uzak sefer, ömür geçer ecel erer
Dost sendedir halvet sever, bu galebe haşerdurur
Gel ırak isteme onu, cânından içeri cânı
Senin ile bir duranı görmeyen bî-basardurur
Mescid ü medrese sende, sen dört yana perâkende
Ne kaldın sen bu erkânda, işin katı düşvardurur."(67)

Muhammed bin Fadl el-Belhî de şöyle diyor: "Şu insan ne acayiptir. Dağları, dereleri, çölleri aşıp Kâbe'ye gider; kendi kalbine ulaşıp Allah'ın eserlerini görmek için bedenini ve şehvetini aşamaz."

"Ben bende buldum çün Hakk'ı,
Şekk ü güman nemdir benim?" (178)

diyen Yunus, gene Allah'ta erimekte, Mûsâ olup Tûr'a çıkmakta, nûr olup gözden bakmakta, söz olup dilden akmakta, evrenler içinde Allah'tan başka bir şey görmemektedir.

"Uş ben beni cem eyledim, ol Dosta imân eyledim
Birliğine kıldım kâmet, riyâ, tâat nemdir benim?"(178)

Bu anlamda bir kişinin "ben" demesi nasıl mümkün olur? O da evrenle kaynaşmıştır, her nereye baksa onları kendisi gibi görür (175). Yunus'un bütün tabiatla kaynaşması, yetmişiki milletle dost olması, küfrün-imanın üstüne çıkması, herkesi sevgiye çağırması bu anlamda yorumlanmalıdır.
"Ben"ini keşfeden, bu "ben"ini tamamen Allah'a verir, orada erir, o olur; artık hareketi o denizin içindedir.

"Senden sana varır yolum, senden seni söyler dilim
İlle sana ermez elim, bu hikmete kıldım tanâ."(41)

O denize ulaşan için dünya-âhıret birleşir, ezel ile ebed dün-bugün gibi olur (zaman ve mekânların üstüne çıkar). Yunus'un kendini bulma yolu Allah'tan geçerek kendi benliklerini yeniden değerlendirme gücünü, tasavvuf erbabının çok azı gösterebilmiştir. Beyazıd-ı Bistâmî, Hallâc-ı Mansur gibi mutasavvıflar bu kademelerde coşup halkın anlayamayacağı şeyler söylemişler; Mevlâna da bu kademelerden geçerken oldukça zorlanmıştır. Bunlara bakıldığında Hz. Muhammed'in Mirac olayından sonra tekrar halkın arasında, onlardan kopmadan örnek bir insan olarak yaşamasının yüceliği ve ilâhî desteği daha iyi anlaşılır.
Yunus'un şiirlerini değerlendirdiğimizde, onun, fena mertebesinin de üstüne çıkmış bir velî olduğunu anlıyoruz.

"Kullarına va'deyledi, yarın Uçmak verem dedi
Ol dostların sevindiği yarınım bugündür bana.
Sensin bana cân u cihan, sensin bana genc-i nihan
Sendendürür assı ziyan, ne iş gele benden bana.
Yunus sana tuttu yüzün, unuttu cümle kend'özün
Cümle sana söyler sözün, söz söyleten sensin bana." (41)

İnsanın en önemli görevi, kendi özünü bilmektir. Yunus'un şiirlerinde insanlara esas öğütlediği budur. İnsan vücudu, içinde benliği, gönlü, esas kaynağa götürecek "yol"u bulundurduğu için çok değerlidir.
Yunus, insanın bedenini bir şehire benzetir. Bu vücut şehrinin yedi kapısı, her kapısında da bizim oraya girmemizi engelleyecek yüzbin askeri vardır. Buna rağmen aşk kılıcını kuşanıp içeri girmek, içteki sultanın yüzünü görmek gerekir (59- 60). Sabah namazının vaktinde ve imamla birlikte kılınmasını isteyen bir şiirinde, öğütlerin en önemlisini en sona koyuyor.

"Miskin Yunus aç gözünü, uyar gafletten özünü
Tâ bilesin kend'özünü, tanla seher vaktinde dur."(59)

Kendine bakmak, onunla konuşmak, onu değerlendirmek insanı olgunlaştırır. Dikkatler ve eleştiriler başkalarına yöneleceğine kendisine yönelir. Ebu Ca'fer Ahmet b. Sinan, "Başkalarında var olduğunu sandığımız hatalar ve günâhlar yüzünden onlara kin tutarız. Fakat nefsimizde var olduğunu yakinen bildiğimiz bir sürü kötülükler yüzünden niye kendimize öfkelenmeyiz?" diyor.
Kendini bilmek ve değerlendirmek önemlidir; çünkü kimsenin sevabından ve günâhından bir başkası etkilenmez. İnsan ne kadar kendisiyle beraber olursa, ne kadar kendisiyle uğraşır, kendi problemlerini aşarsa o kadar iyi olur. Yunus, Risâletü'n-Nushiyye'sinde şöyle diyor:

"N'ola birgün eğer küfrün yenesin
Seni şerheyleyip seni bilesin."(35)

Eğer insan pozitif yönde kendi değerinin yüceliğini, negatif yönden ise kendi durumunun kötülüğünü anlasaydı ("Biz insanı en güzel súrette yarattık, sonra onu aşağıların en aşağısına attık" Kur'ân-ı Kerim 95/4-5), başka hiç kimse ile ilgilenmeye vakti kalmazdı. Ama insanın dışındaki diğer varlıklar ve olaylar onun dikkatini kendinden başka yönlere çekiyor.

"Hicâb oldun sen sana, ne bakarsın dört yana
Kaykımaz öne sona, şuna kim didar gerek."(76)

Varlık perdesini yıkan, hırs evinden çıkan, bu anlamda da benliği-senliği bırakıp Allah ile bilişen, ondan bir parça olan benliğe ulaşmaya çalışan kişi olmak gerekir. Yunus, bu yolu şöyle anlatıyor:

"Akıl erdiği değil, bu göz gördüğü değil
Dil söz verdiği değil, bî lisan bî ser gerek.
İşit işit key işit, Dost katına sensiz git
Dosta gidene öndin, kendüsüz sefer gerek."(76)

Kişinin kendini bilmesi, kendi içindeki gönül gözüne ulaşmasıdır. Gönül gözüyle bakan, her yerde Hakk'ı görür. Oysa insanın buraya ulaşmasını engelleyen bir çok perde vardır.

"Hicaptasın, bugün seni göstermezler belki sana
Hicap dediğimi anla, dünyalıktır gözden bırak.
Sen seni bilmeyince, ere nazar kılmayınca
Senliği (bu) ara yerden bırakmazsan oldu tuzak."(73)



YUNUS EMRE-8 (1238-1321)
reklam

  • Dünya

  • 𐱅𐰇𐰼𐰚 - 𐱅𐰇𐰼𐰰
  • Yonetici
  • *
  • Karma: 10204
  • İleti: 11698
  • Nerden:Dünya
  • Cinsiyet: Bayan
Ynt: YUNUS EMRE-8 (1238-1321)
« Yanıtla #1 : Ocak 19, 2020, 05:54:39 ÖS »
 emekicin1.gif
reklam

Keşke sevgi ağaç dallarında asılı olsaydı..
Sadece sevgi mi?Saygı,Sadakat,
Huzur,Terbiye,Barış,
Kardeşlik..
Herkes toplayıp birbirine dağıtabilseydi..

Etiket:

 delicious  digg  facebook  furl  linkedin  myspace  reddit  stumble  technorati  twitter