* HAFTANIN FLATCAST FCP TEMALARI

                                                           

Gönderen Konu: YUNUS EMRE-6 (1238-1321)  (Okunma sayısı 1055 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

YUNUS EMRE-6 (1238-1321)
« : Şubat 02, 2012, 11:10:36 ÖÖ »
YUNUS EMRE-6 (1238-1321)


Bütün işlerin başında da, sonunda da Allah yetkili ve vekildir. Evrendeki her şeyi yaratan odur ve her şey, onun kendisine verdiği görevleri yapmaktadır. Bizleri de, yapmakta olduğumuz şeyleri de yaratan Allah'tır (Kur'ân-ı Kerim 37/96). O dilemeyince biz dileyemeyiz bile (Kur'ân-ı Kerim 81/29).
Hem yaratılışla bu kadar içiçe hem de yaratışın kayıtsız-şartsız hâkimi olan, hattâ bu evrenlerin yaratılışı onun çok kolay bir işi olan Allah'ın katına akılla ulaşabilme, onun akıl tarafından kapsanması, baştan imkânsız bir şeydir. Akıl, ancak Allah'ın bu varlıklar evreninde yarattığı varlık ve oluşların bazı anlamlarına ulaşıp, bizim bu dünyada doğru bir hayat yaşamamızı sağlar.

Evrenin yaratılmasında iki yön vardır; mülk ve melekût. Mülk, yaratılan her şeyin, insanların ve diğer canlıların duyu organlarıyla algılanan tarafıdır. Melekût ise, varlıkların ve olayların görünmeyen ama mülkü yönlendiren bölümüdür. Allah, her şeyin melekûtunu elinde bulundurur (Kur'ân-ı Kerim 36/83).
İnsanlar ve canlılar evrenin her tarafından her an fışkırıp duran Allah'ın âyetlerine bakıp, onları akılları ile değerlendirerek doğru yolu bulurlar. Bunlar, insanların kolaylıkla anlayıp doğru yolu bulacakları şekilde düzenlenmiştir.

Kur'ân bile, ilim sahibi olan insanların iyice anlayabilmeleri için tam bir eğitim kitabı tarzında indirilmiştir. Bu hususta bir çok âyet bulunmaktadır (Kur'ân-ı Kerim 6/65,97-98; 7/32; 30/22,37; 10/101; 16/11-12,79,104-105; 2/164,221,266; 24/1; 14/25; 57/9; 3/190; 51/20-21; 41/53 gibi)

Maddeye, dış dünyaya ait sırları çözebilecek olan akıl, iç sırları, duyu organlarımızla farkedemediğimiz melekût evrenini de çözebilir mi? Buna "evet" cevabı vermek zordur. Çünkü iç sırları anlamak için akıldan başka "lübb" sahibi olmak gerekir.

Maddî hayatı anlamak ve çözümlemek tek hedef olmamalıdır. Fenlerin ve hattâ irfan ve marifetin üstüne çıkıp "yakîn" bilgi sahibi olmak gerekir. Bunun için her an ve doğrudan Allah'ın öğretmenliğine (Kur'ân-ı Kerim 2/282), onun furkan ve nuruna (Kur'ân-ı Kerim 8/139), onun yol göstermesine (Kur'ân-ı Kerim 29/69) ve onun "ilm-i ledün" öğretmesine (Kur'ân-ı Kerim 18/65) ihtiyacımız vardır.
Mutasavvıfların belli bir dereceye kadar aklı gerekli görüp övmeleri, belli bir noktadan sonra, onun bir işe yaramayacağını, hattâ insanı yanlış yollara götürebileceğini belirterek yermeleri Yunus'un eserlerinde de görülmektedir.

Risâletü'n-Nushiyye'de Yunus Emre'den bize kalan azıcık düzyazı "fî ta'rifi'l-akl" adını taşımaktadır. Burada akıl üçe ayrılıyor:

1) Akl-ı ma'aş; dünya tertiplerini bildirir.
2) Akl-ı ma'ad; âhiret ahvalini bildirir.
3) Akl-ı küll; Allah-ı Taâlânın marifetini bildirir.

Buna göre iman da üçe ayrılıyor: akıldaki iman "ilm el-yakîn", gönüldeki iman "ayn el-yakîn", candaki iman da "hakk el-yakîn"dir.

Akıl, nefsin kötü özelliklerine karşı insanları sürekli uyarır. Yoksa tamamen nefs isteklerine göre yaşamak, olayların ardını önünü düşünmemek, insanca değil hayvanca bir yaşayış olurdu.
Mutasavvıflar, kelâmcıları ve özellikle realitenin yanlış yorumlanmasına yol açan akıl yürütmeyi reddediyorlar. Âdem ile meleklerin sınavından sonra, Âdem'e secde emrine İblis'in uymamasına aklının, yaratılış malzemelerini karşılaştıran akıl yürütmesinin sebep olduğunu; varlıkların tabiatlarındaki şeylerin ancak Allah'ın istemesi ve emri ile kendini gösterdiğini, dolayısıyle Allah'a inanmanın akıldan ve akıl yürütmeden önce geldiğini belirtiyorlar.
İnsanları hayvanlar grubundan ayıran en önemli özelliklerinden biri akıldır.
Akıl kibire, kine, tamaha karşı kanaati öğütler, bunların faydasız olduğunu gösterir, bu dünyaya aldanmamak gereğini anlatır. Akıl, maddeye ve mânâya karşı âdildir, bu yüzden insana da âdil yol gösterir.

"Akıl adl ıssı bir ulu kişidir
Meded etmek sana anın işidir."(11)
Eğer devlet gerekse alka danış
Mürebbisiz ileri varmaya iş."(13)

İnsan bedeninde, nefsin kötü niyet ve amellerine karşı aklın bir çok casusları vardır. Bunlar bütün vücuttan bilgileri akla ulaştırır. Akıl buna göre düşünür, insanı doğru yoldan ayırmayacak, ama nefsin ihtiyaclarını da karşılayacak tedbirler alır. Bu noktada, sabır ve kanaat gibi aklın yardımcıları da vardır.

Risâletü'n-Nushiyye'nin "destan-ı akl" adlı bölümünde de insanlardaki "akl-ı cüz'inin" onlara yapabilecekleri iyilikler üıerinde durulmaktadır. Burada gene, aklı olanın nefsin kötü huylarına en azgın isteklerine karşı duracağı; çünkü bu huy ve isteklerin insanların görüşünü, duyuşunu ve düşünmesini engellediği belirtilir. Bunlar insandaki göz ağrısı gibidir. Kendi nefsine bu kadar esir olan, aslında, kendi özüne düşmanlık yapmaktadır. Aklın insanlara en büyük faydası, onlara doğru yolu göstermesidir. Bu dünyanın da, öte dünyanın da temeli inanç ve doğruluktur.
Yunus'a göre akıl, can ve aşk aynı mekândandır, ezelî vatandandır.

"Evvel dahi bu akl ü cân, senin ile asl-ı mekân
Ahır yine sensin mekân, uş varıram senden yana."(41)

Vücuttaki karanlıkların ortadan kaldırılması için ruhların akılla birleşip nur haline gelmeleri gerekir. İnsan tabiatının nuru akıldır.

Akıl tecrübeyle birleştikten sonra parlaklığı artar, güçlenir. Bu nedenle duyu organlarının temiz ve doğru algılarına ihtiyaç vardır. Yunan idealist filosoflarının duyu organlarına güvenmemelerine karşılık İslâmiyet, duyu organlarını Allah'ın insanlara verdiği en değerli nimet olarak görür; bakın, görün, işitin ve ona göre hareket edin, çünkü bu dünyadaki hareketlerinizden yarın sorumlu olacaksınız, der.
Ancak insandaki beş duyu organının bilgili, inançlı ve içimizdeki eşdeğeri duyu organlarıyla birlikte hareket ederek algılaması gerekir. Bilgili ve inançlı bir insan gözünün bir hayvan gözünden, eğitilmiş bir insan kulağının bir hayvan kulağından, hattâ bir makine kaydından farklı algılaması gerekir.
İnanç ve bilgiyle yapılanmayan bir akıl, hem duyu organlarını yanlış yönlendirir hem de oradan gelen algıları yanlış yorumlayarak insanı felâketten felâkete sürükler. Böyle bir durumda Ahmet bin Meşruk et-Tusî şöyle diyor: "Aklıyla, aklından aklı için korunmayan, aklıyla felâkete düşer, helak olur."
Akıl ve duyu organlarımız, bu yaratılmış ve her an yaratılmakta olan evreni bilmek için vardırlar. Ama o bu evreni bırakıp onu her an yaratmakta olan Allah'ın zâtını bilmek isterse, gücünden büyük bir işe kalkışmış olur, bilmek istediği şeye ulaşamayacağı gibi bir çok hatalar yapmaya da başlar.
Akıl, ancak inanç ve Allah aşkı ile birleşirse yaratılış amacına uygun çalışmaya başlar. Zaten insanın maddî varlığı gibi manevî varlığı da, Allah'ın yardımı ve yol göstermesi ile bir kararda durur.

"Gönlüm cânım, aklım bilüm senin ile karar eder
Cân kanadı açık gerek uçuban dosta gitmeğe."(38)
"Aklım başıma gelmedi aşk şarabın tatmayınca
Kendiliğimi bilmedim gerçek ere yetmeyince.
Kendi bilişi ile kişi hiç erişe mi menzile?
Allah'a eremez kalır, er eteğin tutmayınca."(193)

Aklın, gönlün ve canın birlikte çalıştığı, bunların birbirine destek olduğu, birbirlerini yönlendirdiği, Yunus'un çeşitli şiirlerinde işlenmiştir.

"Can neye ulaşır ise, akıl da âna harcolur
Gönül neyi sever ise, dil ânı şerh etse gerek."(172)

Yunus için "bilmek" demek, Hakk'ı bilmek demektir. O, varlık düzeyindeki bilgileri gerçek bilgi olarak kabul etmez; bunları bırakarak yüksek bilgiye yönelmemizi ister.

"İlm ile, hikmet ile kimse ermez bu sırra
Bu bir acaib sırdır, ilme kitaba sığmaz.
Alem ilmin okuyan, dört mezhep sırrın duyan
Aciz kaldı bu yolda, bu aşka el vuramaz.
Yunus cânını terket, bildiklerini terket
Fena olmayan sûret, şâhına vâsıl olmaz."(167)

Allah, bu tabiatı yaratırken bütün varlıkların içine kendi özelliklerini gösteren ve varlıklarını sürdürecek; bütün olayların içine de onun akışını, oluşunu yönlendirecek bilgi sistemlerini koymuştur. Bunun için tabiatın her yanında devamlı olarak Allah'ın ilmi fışkırır. Tabiatın oldukça sabit veya az değişir bilgi sistemlerine karşı, insanda büyük bir bilgi potansiyeli her kuşakla birlikte boş olarak gelir. Böylece her insana, kendi bilgi sistemini yeniden oluşturma, ona göre seçme ve doğru yolu bulma hürriyet ve sorumluluğu verilmiştir. Bu nedenle eskinin gelenekleri ve bilgi sistemleri karşısında her insan tamamen bağımsızdır. Tabiattaki ve kendi dünyasındaki âyetleri çok iyi değerlendirip yorumlayarak doğru yolu bulabilir. Bu noktada Allah'ın insanlara güveni sonsuzdur. O, gerek melekler, gerek insanlar karşısında "Ben sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim" uyarısını yapmıştır (Kur'ân-ı Kerim 2/30).

İnsanda doğuştan gelen sabit bir bilgi sisteminin olmayışı, ona, zamana ve mekâna göre bilgisini sürekli kontrol etme ve yeniden oluşturma şansı verilmesi, onun yaratılışındaki en büyük hikmetlerden biridir. Allah'ın tecellisi devamlı olduğundan, ona, Allah'ın tecellisine tam anlamıyla katılma fırsatı verilmektedir.
İçinde yaşadığımız zaman ve mekân boyutunda, gerçekler bütün insanların rahatça anlayabilecekleri kadar açık olsaydı ve bütün insanlar bunu, doğru yolu bulacak derecede anlasalardı, gene insan yaratılışının bir anlamı kalmayacaktı. Oysa gerçeklik bütün insanların akıllarına, ruhlarına ve duyu organlarına aynen yansımıyor.
Bunun için insanların eğitilmesi gerekir.
Bu eğitim konusu üzerinde daha sonra ayrıntılı olarak durulacaktır. Ama burada, akıl ve bilgi konusuyla bağlantıları bakımından birkaç noktaya değinmek gerekir. Doğru bilgiye ulaşmada, aklı doğru kullanmada bir rehberin, bir mürşidin, bir şeyhin yardımına ihtiyaç vardır. Çünkü onlar daha önce doğru yolu bulmuşlar, kurtuluşa ermişler ve tekrar insanlara hizmet etmek üzere insanlar arasına gelmişlerdir (son noktaya ulaştıktan sonra tekrar başa dönmüşlerdir). Bu yola girmek isteyen kişi böyle bir ere kulluk etmeye başlayacak, onun himmetini, onun kendi ruhunu eğitmesini bekleyecektir.

"Yunus sen ârif isen, anladım bildim deme
Tut miskinlik eteğin, âhır sana gerektir."(57)

Miskin olup bir şeyhe ulaşınca, onun, önceyi ve sonrayı bilen bilgi ve duyuşuna sığınmalıdır. Bu yolda da, kendi zayıf ve güvenilmez bilgisini muhakkak bırakmalıdır.

"Alın evliyanın elin, doğru varın Hakk'ın yolun
Ma'ni budur belli bilin, bildim diyen bilmeyiser.
Yunus, imdi bildim deme, miskinliği elden koma
Kimde miskinlik varısa, Hakk didarın ol göriser."(155)

3.3.2. Gönül ve sevgi

Yunus için insanın esas varlığı, içindeki ilâhi ben idi. İnsanın canı, aklı, bilgisi, kalbi, gönlü, sevgisi bu benliğin ana özelliklerini meydana getiriyor. İşte, insanın içinde, yüce Tanrı'ya en yakın olan, Allah'ı bilip, onu ve yarattıklarını sevip Allah'ın halifesi olarak insanın doğru iş görmesini sağlayacak olan gönüldür. Allah, inanan kullarının gönüllerindedir. Yunus şöyle diyor:

"Gönül Çalab'ın tahtı, Çalap gönüle baktı
İki gönül bedhahtı, kim gönül yıkar ise." (119)

İnsana Allah'ın kendi ruhundan üflediği ve yüksek Tanrı katından bir parça olarak içimizde var olan şey gönüldür; gönüldeki inanç ve sevgidir. Yunus'un, dizeleri "düştü gönül" redifli ve insanın yaratılışından ölümüne kadar olan hayat dönemlerini anlattığı bir şiirinde, insanda hayatı yürüten aslî şeyin gönül olduğu belirtiliyor:

"Ata belinden bir zaman anasına düştü gönül
Hakk'dan bize destur oldu, hazineye düştü gönül.
Andan beni can eyledi, et ü sünük, kan eyledi
Dört on günü diyiceğiz, değirtmeye düştü gönül.
Yürüridim anda pinhan, Hakk buyurdu vermez aman
Vatanımdan ayırdılar, bu dünyaya düştü gönül."(198)

Burada, gönlün insandaki aslî varlık olduğu, canın dahi insana belli bir dönem gelip gitmesine rağmen, gönlün candan ve akıldan önce ve sonra hep insanla beraber olduğu anlatılıyor.
İnsandaki en yüce makam olan gönlün özellikleri nelerdir? Yunus bir şiirinde kendi gönlünü şöyle anlatıyor:

"Hakk bir gönül verdi bana, hâ demeden hayran olur
Bir dem gelir şâdi olur, bir dem gelir giryân olur
Bir dem gelir söyleyemez, bir sözü şerh eyleyemez
Bir dem dilinden dür döker, derdilere derman olur.
Bir dem çıkar arş üzere, bir dem iner tahte's-serâ
Bir dem sanasın katredir, bir dem taşar umman olur." (156)

Bazen câhil olup hiç bir şey bilmeyen gönül, bazen hikmetlere dalıp büyük bilginler gibi bilgi sahibi olur. Bazen viranelerde dolaşır, bazen "ins ü cânın sultanı" olur. Bazen müslüman, bazen hırıstiyan, bazen Hz.İsâ gibi müşfik, bazen Firavun gibi kibirli ve mağrur olur.

"Bir dem döner Cebrâil'e, rahmet saçar her mahfile
Bir dem gelir gümrâh olur, miskin Yunus hayrân olur."(156)

Allah'ın sevgi ve inayetine mazhar olmak, doğru yaşamaya niyetlenip bu yola girmek için, önce gönüldeki pislikleri temizlemek, gönlü arıtmak gerekir.

"Bir dona kan bulaşıcak, yunmayınca mismil olmaz
Gönül pisi yunmayınca namaz revâ olmayısar.
Gönül pisin yudun ise, kibr ü kini kodun ise
İkrâr bütün olmayınca erden nazar olmayısar."(47)

Gönlü temizlemenin şartı bütün nefis aldatmalarına karşı durmak, ikilik etmemek, yalan söylememek, söylediğinde samimi olmaktır. Sırat'ın çok ince bir yol, bir köprü olduğu şeklindeki söyleyiş, doğru yaşamanın inceliğini anlatmak içindir.

"Er ile yoldaş olan key olası gönülden
Alem yoldaş olurdu, olurmısa dil ile.
Dilden nesneye gelmez, suyıla gönül yunmaz
Gerçeğin gelenleri yederler bir kıl ile." (121)

Gönül yaşayışı sadece söz ve dil ile bir söyleyiş değil, gerçek bir yaşayıştır; yapmaktır, etmektir. Allah'a giden yol, insanın gönlünün içindedir. İnsan bu sırra ulaşıp oradan esas gerçeklik dünyasına geçmelidir.
Yunus, Risâletü'n-Nushiyye'-sinde bu yolu şöyle anlatıyor:

"Hakk'a giden yolu gönlü içinde
Göremez ol anı yaddır ilinde.
Unat gör Hakk yolu gönülde sırdır
Bu cümle hâslar gönülde birdir.
Şular kim ol gönülden taşra kala
Nasibin aldırır ayruk ne ala.
Gönül an bilir gönül haberin
Kamu' gönüllerin içinde varın."(8)

Bütün gönüllerin içinde aynı öz olan "iman" olduğu için, gönülden gönüle yollar vardır. İnsanların anlaşmaları söz ile olur. Oluşu sürükleyen, en güzel şeyleri yaratan sevgi buradan kaynaklanır. Bu bağlantıyı Yunus şöyle ifade ediyor:

"El kalb ü min-el-kalb-i rezvenûn sorun nedir?
Her gönülden gönüle rast doğru yol değil mi?"(132)

Gönül, ezelî vatandan, Allah katından gelmiştir ve hep oraya özlem duyar, oraya gitmek ister. Burada gariplik duyar, âvâre âvâre dolaşır, gördüğü bütün nesnelerden kendine yardım etmesini ister.

"Daşdın yine deli gönül, sular gibi çağlar mısın?
Aktın yine kanlı yaşım, yollarımı bağlar mısın?
Nidem elim ermez yâre, bulunmaz derdime çâre
Oldum ilimden âvâre, beni bunda bağlar mısın?
Harâmi gibi yoluma aykırı inen karlı dağ
Ben yârimden ayrı düştüm, sen yolumu bağlar mısın?
Karlı dağların başında salkım salkım olan bulut
Saçın çözüp benim için yaşın yaşın ağlar mısın?"(190)

Yunus'un varlığındaki en yüce makam gönlüdür; gönlünün asıl vatanı olan Allah katından ayrılması, onda büyük bir rahatsızlık yaratmaktadır.

"Bir nazarda kalmayalım, gel dosta gidelim gönül
Hasret ile ölmeyelim, gel Dosta gidelim gönül."

diye başlayan şiirinde, can bedeni terketmeden, oraya düşman girmeden, yol için hazırlık yaparak, ili-şehri terkedip şeyh katındaki durağa ve oradan da asıl vatana gitmek ister.

"Bu dünyaya kalmayalım, fânidir aldanmayalım
Bir iken ayrılmayalım, gel Dosta gidelim gönül."(173)

Allah, Yunus için tek Dosttur; Allah katı Dost ilidir. Bu dünyada insanın tek kılavuzu gönüldür. Ona kılavuz edinen arzu ve hevadan geçer, öne-sona bakmaz. Bu nedenle ölüm anı gelmeden canı uyarmalı, Hz. Muhammed'in deyişiyle "ölmeden ölmelidir". Yunus, bu gerçeği şöyle şiirleştiriyor:

"Ölüm haberi gelmeden, ecel yakamız almadan
Azrâil hamle kılmadan gel Dosta gidelim gönül.
Gerçek erene varalım, Hakk'ın haberin soralım
Yunus Emre'yi alalum, gel Dosta gidelim gönül."(173)

Tanrıya gitmek isteyene, Tanrı "Hamza'ca kuvvet" verir. O zaman insan bütünleşir, bir büyük kuvvet olur.

"Gönlüm cânım, aklım, bilim senin ile karâr eder
Can kanadı açık gerek uçuban Dosta gitmeğe."(38)

Dosta gitmeye niyetlenen kişi için, Cennet ve Cehennem'i bile bu yolda kendini engellemeye çalışan bir tuzak olarak görür ve önem vermez.

"Tutulmadı Yunus cânı, geçti Tamu'dan Uçmağı
Yola düşüp Dosta gider, ol aslına uyakmağa."(38)

Yunus'un bedeni bu dünyadandır; burayı sever, burayı ister. Ama gönlü başka bir vatandandır ve vatan hasreti ile tutuşur. Kendi öz vatanına doğru sefer eyleyip bir kere Hakk'ın yüzünü gören gönül, artık bu dünyadaki hiçbir şey ile oyalanmamakta, Yunus'u tekredip gitmektedir. Bu durumdan şöyle şikayet eder Yunus:

"Nidem ben bu gönül ile, benim ile bir dem durmaz
Ma'şuk yüzün gördü meğer, öğütleyip öğüt almaz.
Tanrı için, ey ulular, gönlüm bana buluverin
Vardı, dost ile buluştu, buna geri boyun vermez.
Bunun gibi gönül ile nice dirlik edebilem
Bıraktı yabana beni, bir dem gelip halim sormaz.
Gönül bana yoldaş iken zühd ü taat kılarıdım
Yıkıldı bu tertiplerim, gönülsüzüm, elim ermez.
...
Eydür isem eyâ gönül hani fariza ya sünnet
Eydür yok teşvişi ko ya bu seviye amel sığmaz.
...
Gönlüm dahi, canım dahi, el-bir etti şol ikisi
Yüzbin Yunus'tan feragat, Dost yüzünden gözün ermez."(69)

Allah ile buluşan gönül, artık Yunus'un geride kalan, "yabanda kalan" varlığı ile hiç ilgilenmez, onu "Hakk'ı görmez" olarak niteleyip hiç değer vermez, nefisten gelen her türlü çekici sözlere kulağı tıkalıdır.

"Aldı benim gönlümü n'olduğum bilemezem
Yavı kıldım ben beni isteyip bulamazam.
Gönülsüz girdim yola halimden gelmez dile
Bir dem derdim demeye, bir dertli bulamazam."(93)

Yunus kime şikayet etsin ki, onun gönlünü alan Allah'tır. O da onun aşkıyla iyice esrimiş, kendinden geçmiş, hattâ bu esriklik içinde "Ene'l-Hakk" demine gelmiştir.

"Bu benim gönlüm alan doludur cümle âlem
Kancaru bakar isem onsuz yer göremezem."(93)

Yunus için, kendi varlığındaki ve insanların içindeki en değerli şey gönüldür. Çünkü orası inanmanın merkezi, insanda Allah'a giden yolun başlangıcı, hattâ inanmış kullarda Allah'ın insanın içine doldurduğu bir kaynaktır.

"Gönül mü yeğ Ka'be mi yeğ, ayıt bana akl' eren
Gönül yeğdirir zîra kim, gönüldedir dost durağı.
Bin kez hacca vardın ise, bin kez gaza kıldın ise
Bir kez gönül kırdın ise, gerekse var yollar doku." (135)

Bedenler geçicidir, gönüller ise yaşamaya devam eder. Bâki kalan ve Hakk katına giden, onunla tanış olan gönüldür. Gönül yıkan kişinin diğer bütün emeklerinin boş olduğunu Yunus çeşitli şiirlerinde anlatır:

"Ak sakallı pir koca, bilinmez hali nice
Emek yemesin hacca, bir gönül yıkar ise.
Gönül Çalab'ın tahtı, gönüle Çalap baktı
İki cihan bedbahtı kim gönül yıkar ise."(119)

Gene başka bir şiirinde, en yoğun ve meşakkatli ibadetlerden daha iyi olanın, bir gönüle girmek, bir gönül yapmak olduğunu anlatır:

"Yunus Emre der Hoca, gerekse var bin hacca
Hepisinden eyice bir gönüle girmektir."(163)

Önemli olan, Allah yoluna girip iyilikler etmek, güzel konuşmak, "alçakta durmak"tır. Bunların zıddını yaparak bir yere varmak mümkün değildir.

"Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil
Yetmişiki millet dahi elin yüzün yumaz değil."(176)

Bütün kulların bu dünyadaki davranışlarını düzenleyen "büyük" öte-dünya armağanı Cennet'e ulaşma da, iyilik yapmaya ve gönülleri hoş tutmaya bağlıdır.

"Uçmak Uçmak dediğin, kulları yeltediğin
Uçmağın sermayesi bir gönül etmek gerek."(171)

İnsan, duyu organlarının "dış algı"larına göre değil, onların içte iyi bir şekilde değerlendirmelerine göre davranmalıdır. Hattâ bilgili ve inanan bir insanın duyu organlarının algıları da değişik ve gerçeğin esas anlamına daha yakın olur. Olgun insan, dış duyu organları iç duyu organlarının kontrolünde olan, çevresindeki olayları özellikle gönül gözü, gönül kulağı ile algılayan insandır.

"Yunus, imdi sen Hakk'a er, dün ü gün gönlün Hakk'a ver
Gönül gözü görmeyince hiç baş gözü görmeyiser."(47)

Ama insanda gönül gözünün görmesi, can kulağının duyması en son mertebe değildir. Gönül bir kez Hakk yüzünü görünce insanı âşık eder, öyle davranışlar gösterir ki, insan deli olur. Gönül onu bırakmış, Hakk'a, Dost'a gitmiştir ve Yunus artık gönülsüzdür.

"Aldı benim gönlümü, n'olduğum bilemezem
Yavı kıldım ben beni, isteyip bulamazam.
Gönülsüz girdim yola, helimden gelmez dile
Bir dem derdim demeye bir dertli bulamazam."(93)
"Gönül nice dolana, ma'şukun bulmayınca
Kimse âşık mı olur gönülsüz kalmayınca."(118)

İnsan bu dünyada âdeta zincirlidir. Ama, eğer başka bir vatandan geldiğini anlarsa artık kendi birliğinin, gerçek birliğinin farkına varır. Eski varlığını harap edip yeni bir varlık kurar. Artık gönlün yeni bir seferi başlamıştır.

"Düşt' önüme hubbu'l-vatan, gidem hey Dost deyü deyü
Anda varan kalır heman, kalam hey Dost deyü deyü." (205)

Gönül sevgi yeridir, içinde sevgi olmayan gönüller bir taşa benzer. Aşk gönlü yakar, yumuşatır, muma döndürür. Ama bu aşkı doğru seçmek gerekir. Eğer gönüle dünya sevgisi doldurulursa "Dost sevgisi"nin oraya girmesi zor olur. Oysa dünya da, dünya sevgisi de geçicidir; ebedî olan Hakk sevgisi, Dost sevgisidir.

"Dünyayı bırak elden, dünya geçmez bu yoldan
İki aşk bir gönülden asla geçmez bu haber.
Ya sevgil dünya tutgıl ya sevgil yol iletgil
İki da'va bir ma'na bu yolda sığmaz derler."(56)
Nedir bu yol? Bu, gönlün içinden Allah'a giden yoldur.
"Gir gönüle bul ordadır, benliğin defterini dür
Ol has gevher bil ordadır, sanma kim ol ummandadır."(56)

Yunus gönlünde bu zorlu sefere çıkmıştır. Ama bedeni hep bu dünyaya bağlı kalmakta, gönlü Hakk ile tanış olduktan sonra hep ona gitmeyi dilemektedir. Yunus, bu çekişmede gönlü tutmuş, Hakk'a âşık olmuş, gönlünde defalarca sefer etmiştir.

"Gönül usanmadın sen bu seferden
Çalabım saklasın seni haterden."(187)

Gönüle Allah aşkı düştükten sonra artık büyük çoşku başlamıştır. Dost yüzünü gösterdikten, her şeyin Dostun tecellisi olduğu görüldükten sonra insan şaşırır kalır. Yunus böyle yaşayışı, bulutlu havadaki görüşe benzetir. Gerçeği bir an apaçık görür, bir an hafif bulutlu. Ama hep gerçeğin özünde yaşamaktadır.

"Nitekim bu gönlüm evi aşk elinden taşagelir
Nice yüksek yürür isem, aşk başımdan aşagelir.
Ol dost ile benim işim bulut ile güneşleyin
Bir dem hicabı sürülür, bir dem hicap başa gelir."(163)

Ama âşık artık bu dünyadan vazgeçer. Gerçekliğin tadına varan, bu dünyadaki varlık ve oluşları çok değersiz görür. Aşka düşen gönül, insana devamlı bu dünyayı bırakması, candan vazgeçmesi yolunda öğüt verir.

"Benim garip gönlüm aşktan usanmaz
Varır aşka düşer, hiç bana dönmez.
Döner gönlüm bana öğüt verir hoş
Âşık olan gönül aşktan usanmaz."(165)



YUNUS EMRE-6 (1238-1321)
reklam

  • Dünya

  • 𐱅𐰇𐰼𐰚 - 𐱅𐰇𐰼𐰰
  • Yonetici
  • *
  • Karma: 10204
  • İleti: 11668
  • Nerden:Dünya
  • Cinsiyet: Bayan
Ynt: YUNUS EMRE-6 (1238-1321)
« Yanıtla #1 : Ocak 19, 2020, 05:54:58 ÖS »
 emekicin1.gif
reklam

Keşke sevgi ağaç dallarında asılı olsaydı..
Sadece sevgi mi?Saygı,Sadakat,
Huzur,Terbiye,Barış,
Kardeşlik..
Herkes toplayıp birbirine dağıtabilseydi..

Etiket:

 delicious  digg  facebook  furl  linkedin  myspace  reddit  stumble  technorati  twitter