* HAFTANIN FLATCAST FCP TEMALARI

                                                           

Gönderen Konu: YUNUS EMRE-5 (1238-1321)  (Okunma sayısı 1039 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

YUNUS EMRE-5 (1238-1321)
« : Şubat 02, 2012, 11:08:14 ÖÖ »
YUNUS EMRE-5 (1238-1321)

Öfkede olan insan zulmettedir. İnsanın, bu kötü huyunu muhakkak bastırması gerekir.
Öfkeye karşı en iyi mücâdele sabırdır. İnsan zorluk ve zahmetler için yaratılmıştır (Kur'ân-ı Kerim 90/1-4). O halde nefisle yaptığı savaşta Allah'tan emin olacak, ona razı olacak, teslim olacak ve zorluklara katlanacaktır. Bütün peygamberler, insanlar için birer sabır örneği olmuşlardır (Kur'ân-ı Kerim 21/85-86; 46/35; 10/109).
İnsanın tabiatında bir acelecilik vardır (Kur'ân-ı Kerim 17/11). Allah, kötülük istemez, uzun vadede Allah'ın iradesi en iyiyi ortaya koyar; oysa insanın aceleci tabiatı bu kadar beklemeye tahammül edemez. İşlerin sonucunun vekili olma hakkı peygamberlere bile verilmemiştir; Allah bunu hep elinde tutmaktadır. Bütün işlerde Allah'a güven esastır.

Yunus da, sabırlı olmanın faziletleri üzerinde uzun uzun duruyor. Sabır, canın gıdasıdır. Sabırlı olan zevk ve safaya ulaşır, sabırlı olmaktan dolayı pişman olmaz. Yusuf Peygamber kuyuda büyük bir sabır göstermiş; ama daha sonra da büyük bir devlete ermiştir. Sadece belâ ve eziyetlere karşı değil, her şeye karşı sabır göstermelidir.

"Sabır gerek sana her hal içinde
Sabırsuzlar kalırlar kaal içinde.
Bırak cümle işi, kıl sabr u tedbir
Erenler gönlünde olur sabırla yer.
Nebidir ger veli yol sabra uğrar
Eğer sen de varırsan sabırla var." (20)

Sabır, bütün zor işleri bitirir. Sabır, bir nevi diri iken ölmek demektir. Peygamberimiz Hz. Muhammed, "Ölmeden önce ölünüz" derken, sabırlı olmayı başarmamızı istiyordu.

"Saadet istersen sabrı gözin göç
Ki vallahu mu'inu's-sâbirîn gör."

Yunus'a göre hased de bir çok kötülüklerin kaynağı olan bir nefis özelliğidir. Aslında kibirin, tamahın temelinde önemli ölçüde hasetlik duyguları vardır. Kin (hıkd), çoğu zaman hasedin hemen arkasından gelir. Haset, aslında insanı yanıltan bir duygudur ve hasetlik, bize bir takım kötülükler yaptırmaktan başka bir işe yaramaz.

"Hasud eli onun'çün ermez işe
Kime kim kuyu kaza kendi düşe." (21)

İslâm, başka insanların başarılarından dolayı hasetlenerek kötülük yapmayı değil, insanlara yardım etmeyi, doğruyu desteklemeyi emrediyor. Haset, bencilliğin iyice aşırılaşmış şeklidir; İslâmiyet ise cömertlik ve hoşgörü dinidir.

İnsan nefsinin en zayıf yönlerinden biri de yalanla karışık, boş lüzumsuz, zan ve meraktan doğan yanlış sözler; çekiştirme, alaylı konuşma gibi dile bağlı faaliyetlerdir. Hucurât sûresi 12. âyette zannın çoğundan kaçınmak gerektiği, kusur arama ve çekiştirmenin hoş görülmediği belirtilmiştir. Risâletü'n-Nushiyye'de gıybet faaliyetini Yunus şöyle yeriyor:

"Eğerci işlenir bühtan u gıybet
Serencam oldular bunlar melâmet.
Ki gıybet can ile kadîmi değil
Ki gıybet kandasa âdemî değil.
Çü gıybet mertebesi küfre girür
Nasibi ne ise ol anı alır.
Kişinin hayzıdır ağzında gıybet
Ki gıybet söyleyen bulmaya rahmet.
Eğer varısa aklın, gıybeti ko
Ki gıybet kovanın haznesi dolu.
Çü buğı u gıybet ile gide tâat
Gerek bu ikiden itmek ferâgat." (30)

Gıybet ve kin, insanın ezelî ve çok tehlikeli iki düşmanıdır. Bunlar gözün ve kulağın doğru algılamalarına engel olur. Bunlar âdeta gözdeki göz ağrısı, kulaktaki sağırlıktır. Bu, organların akıl tarafından yönetilmemesi demektir. Buna karşı Yunus doğruluğu öğütlemektedir:

"Farızâ her kişiye kendi sözü
Bakar kendi yoluna kendi gözü."(34)
"Kamuya doğru dersin doğruyusan
Bulunmaz doğruluk sen eğriyisen.
Neye kim bakarısan ol yüzündür
Kime ne sanır isen kend'özündür."(36-37)

İnsan nefsinin bu sayılanlardan ayrı daha birçok kötü özellikleri ve işleri vardır: zorlama, zulüm, şehvet, hevâ, kalp katılığı v.s. gibi. Bunlar aslında boşuna değildir. İnsan bedeni bunlardan bazı noktalarda yararlanır. Ama bunları sürekli bir hayat tarzı yapmak veya azıcık aşırı kullanmak insanı muhakkak bozar. Günâh ve yanlış hareket, kul olduğumuzu hatırlamanın, doğruyu sezip tövbe ederek iman safhasına geçmemizin başlangıcıdır. Belki bu nefis özelliklerinin eserleri, tövbeye zemin teşkil ederek bizim ruhen gelişmemizin bir sebebi olabilir. İslâm, her an taze ve geniş imkânları olan bir hayat sunmaktadır. Yapılan bir hatanın anlaşılması, bunun bir daha yapılmaması kararı verilmesi ve bu kararla Allah indinde ahitleşme insanı yükseltir ve yüceltir. Böylece insan günâhları ve hataları üzerinde yükselmiş, onları basamak yaparak doğru yolu bulmuş olur. Bu şekilde tövbe, insanla Allah arasında "Elest" günündeki sözleşmenin her an yenilenmesi demektir. Tabî burada sığındığımız, Allah'ın bütün âlemleri kapsayan sonsuz rahmetidir. Tövbenin kabulü ise, önce Allah'ın rızasına, sonra kulun kararlılığına bağlıdır.

Kul hata işler, tövbe eder; böylece gaflet uykusundan uyanır, gururu, kibiri bırakır. Kendine çekidüzen vererek Allah'ın bir kulu olur. Yunus Emre de sık sık hatalarını saymakta ve tövbe etmektedir.

"Bu ömrüm yok yere harc etmişim ben
Canımı gör, ne oda atmışım ben.
Kimesne kimesneye etmemiş ola
Anı kim kendime ben etmişim ben.
Amelim ne ki varsa hep riyadır
Acebdir ihlası unutmuşum ben.
Biçâre Yunus'un çoktur günâhı
Anın dergâhına yüz tutmuşum ben."(186-187)

Yunus'un ölümden korkmasının temelinde de, büyük ölçüde, bu dünyada ettiği kötülüklerin hesabının "öte dünyada" sorulacağı inancı yatmaktadır:

"Ey yarenler, ey kardeşler, korkarım ben ölem deyü
Öldüğümü kayırmazan, itdüğümü bulam deyü."
Ey bîçâre miskin Yunus, günâhın çok neylersin
Sığındım ol Allah'ıma, dedi hem afv idem deyü." (192-193)

Yunus'un tevbesi ve af dilemesi sadece kendisi için değil, bütün günâhkâr kullar içindir:

"Kullar senin, sen kulların, günahları çok bunların
Ucmağına koy bunları, binsinler Burak Çalabum.
Ne ilmim var ne tâatım, ne gücüm var ne tâkatım
Meğer senden inâyetim, kıla yüzüm ak Çalabum."(92)

Yunus sık sık, Nisâ sûresi 7. âyetinin mânasına uygun olarak iyi ve güzel olan her şeyin Allah'tan, kötü ve çirkin olan herşeyin de kendi nefsinden geldiğine inanmakta; nefsini aşağılamakta, "melâmet makamından" söylemektedir:

"Dışım derviş içim boş, dilim tatlı sözüm hoş
İllâ ettiğin işi, dinin değşüren etmez.
Yunus eksikliğini Allah'ına arz eyle
Onun keremi çoktur, sen ettiğin ol etmez."(168)


3.3. İnsanın manevî yönleri

3.3.1. Akıl ve bilgi

Akıl, Allah'ın yarattığı ilk şeydir. O da ruh gibi son derece lâtiftir; bizim, ancak eserlerini görebileceğimiz, kendisine ulaşamayacağımız değerli bir şeydir.

Akıl, insan ruhunun bir sıfatı olarak da açıklanmaktadır. Ancak akıl algılara, algı da maddeye bağlıdır. İnsan hangi ortamda hangi maddelerle yaşıyorsa algıları, bilgisi ve aklı ona göre oluşur İnsan aklı, insanın içinde yaşadığı maddî gerçeği anlayıp ondan faydalanarak, ona uygun rahat bir hayat sürmesi içindir. Ama o, herşeyi sebep ve vasıtalarla algılamaya ve çözmeye çalıştığı için sık sık çok cesurca girişimlerde bulunur.
İslâm dini, inanmayı büyük ölçüde akıl üzerine kurmuştur. Çünkü inanmak için bu dünyadaki bir çok şeyi anlamak, bilmek gerekir. Görüleni, duyulanı, algılanan her şeyi bilgi sistemine yerleştirmek ve onu da imanın temeline koymak gerekir. Yoksa akıl ve bilgi üzerine kurulmayan bir iman, öncekilerin bilinçsizce bir taklidinden başka bir şey olamaz. Eskilerin âdet ve yanlış inançlarına taklitle körü körüne bağlı kalma ise, Kur'ân-ı Kerim'de âdeta yasaklanmıştır. İslâm dini bir çok âyetinde insanları düşünmeye, incelemeye, göz önüne almaya, tedbire, rasyonel davranmaya, anlamaya davet eder ki, bunların hepsi de akıl ile ilgili fonksiyonlardır. Kur'ân'da, akıllıları inanmaya ikna ile ilgili 766 âyet vardır.

İslâm dini belli bir noktaya kadar aklı rehber edinir, o noktadan sonra da akla rehber olur. İslâm, aklı ve düşünceyi taklit zincirinden kurtarmaya; insanı kendi duyumları ve muhakemesi ile devamlı taze bilgiler oluşturmaya davet eder. İslâm, insandan hür fikir ister; bu da akılla olur. Aklı ve düşünceyi sınırlayacak, esir edecek her türlü sisteme ve geleneğe karşı çıkar. O, inanmaya mecbur etmez, çeşitli delillerle inanmaya davet eder.

Hz. Muhammed de, bir çok hadislerinde insanın dininin aklı olduğunu; aklı olmayanın dininin olamayacağını veya doğru inanca ulaşamayacağını, inancın ancak akıl derecesinde olabileceğini belirtir. Mes'elelere her durumda akılla yaklaşmalıdır. Düşünmek (nafile) ibadetten hayırlıdır ve insanların birbirlerine üstünlükleri ancak akılları oranındadır; çünkü iman da, iyi amel de akıllı olmaya bağlıdır. Allah'ın insanlara verdiği en büyük nimetlerden biri akıldır. Biz, bu ölçüye dayanarak iyiyi kötüden ayırabiliriz.
Ancak, akıl konusunda kelâmcılarla nasçılar ve mutasavvıflar arasında bir hadis uydurma yarışı başlamış, aklı öven veya kötüleyen bir çok uydurma hadis söylenmiştir.

İnsana verilen akıl, Tanrı katındaki tümel akla göre zaman, mekân ve algılarla sınırlı ve bunlara göre hareket eden bir akıl olarak verilmiştir. Eğer akıl bu dünyadaki maddelerle, algılarla sınırlanır ve zanlar arasında boğulup kalırsa, insanın ayağına dolanan, onu karanlıklara götüren bir "rehber" olmuş olur. Ama eğer bu dünyadaki anlamlara yönelir, maddelerin ve olayların idarecisi olan bilgiyi kavrar ve oradan Allah'a yönelirse, Hakk'ın tecellilerine en doğru bakış ile bakmış ve insan için bu dünya hayatında en iyi rehber olmuş olur.
Ruh, nur, akıl aslı bakımından görünmez; bunları ancak maddedeki yansımalarıyla görürüz. Ruh maddede çeşitli varlıklar şeklinde yansır, nur görüntüler şeklinde, akıl da bilgi şeklinde. Meselâ, güneş olsa da varlıklar olmasa, onun ışığını göremeyiz. Aklı görebilmemiz için de madde gereklidir.

Madde sistemi, onun algılanması, sebep-sonuç bağlantılarının ortaya konması bizi bilgilere ulaştırır. Bilgiler gerçeklere dayandığı için, bilgi sistemlerinin taranıp karşılaştırılması olan düşünce de gerçeğe uygun olmalıdır. Gözlerimiz, Allah'ın tecellisi olan realiteyi görür, düşünceler de bu realite üzerinde olmalıdır.
Bilgi, tecelli ve varlıktır; varlık olmasa bilgi de olmaz. Maddelerle ve sebeplerle biliş, vasıtalı biliştir. Bilginin gelişmesi, ortamın ve maddenin gelişmesiyle, daha iyi bilinmesiyle olacaktır. Allah devamlı tecelli eder, şekilleri devamlı değiştirir ve bu şekilde hakikat da devamlı ortaya çıkar.

İnsan, hem madden hem de mânen en yüksek varlıktır. Bütün varlıkların, bütün canlıların tabiatları insanda vardır. İnsan gerçeğe ulaşmada, bu kademelerin hepsinden faydalanmak zorundadır. İnsanın, canlılar içinde madden en yüksek olmasını, onun cinsel hayatında, mânen yüksekliğini ise, bilgide ve inançta görüyoruz. Dolayısıyla insan, aşağıların en aşağısı ve yükseklerin en yükseği olma potansiyelini elinde bulunduruyor. Bu madde-mânâ sentezinde, insan, ilkönce maddeyi bilerek işe başlamalıdır. Madde bilinmeden mânâyı bilmeye çalışmak koca bir vehimdir, boş şeyle uğraşmaktır.

Mânâ bilgisine maddiyattan geçilir. Kâmil insan, varlık kademelerinin hepsinden sırayla geçmelidir. Maddeyi kaldıracak olursak ruhumuz neyi algılayacak, aklımız neyi bilecektir. İşe maddeden başlamalı, ancak maddeye hapsolup kalmamalıdır: Çünkü sebepleri ve sonuçları anlamlar katında yakalamak gerekir. Maddede kalan insan, yaratılışta kendisine verilen potansiyeli kullanmamış, hem maddeyi hem mânâyı anlayabilecek bir göze ulaşmamış demektir. Unutmamalı ki, madde ve mânâ bir bütündür; bir tanesi olmadan bir diğeri işe yaramaz. Ancak maddeler geçici, mânâlar ise süreklidir. Bu nedenle bilgi tek tek maddeler üzerine kurulamaz, zaman ve mekân içinde onların bir çoğunu kuşatan mânâlar üzerine kurulur.

Tasavvufta, aklın tanrılaştırılmasına, her şeyin onunla açıklanıp yapılabileceği inancına kesinlikle karşı çıkılır.
Akıl, Allah'ın yarattığı ve insanlara bahşettiği potansiyel bir güçtür. İnsan bu gücü kullanarak çevresinden elde ettiği algıları sistemleştirir, temel bilgileri oluşturur, bu temel bilgilerle düşünür ve gene içinde yaşadığı realiteye uygun yeni bilgilere ulaşır. Ancak bu bilgiler, gerçeği her an yaratmakta olan Allah'ın iradesine tâbidir. Dolayısıyla Allah'ın iradesine girmeyen bilgi ve akıl olamaz. Aklı ve bilgiyi bu yüce iradenin dışında veya üstünde tuttuğumuz an, bilgi ve akıl ayrıntılarda doğru ve güvenilir olsa bile temelde yanlış ve güvenilmez olur.



YUNUS EMRE-5 (1238-1321)
reklam

  • Dünya

  • 𐱅𐰇𐰼𐰚 - 𐱅𐰇𐰼𐰰
  • Yonetici
  • *
  • Karma: 10204
  • İleti: 11668
  • Nerden:Dünya
  • Cinsiyet: Bayan
Ynt: YUNUS EMRE-5 (1238-1321)
« Yanıtla #1 : Ocak 19, 2020, 05:55:17 ÖS »
 emekicin1.gif
reklam

Keşke sevgi ağaç dallarında asılı olsaydı..
Sadece sevgi mi?Saygı,Sadakat,
Huzur,Terbiye,Barış,
Kardeşlik..
Herkes toplayıp birbirine dağıtabilseydi..

Etiket:

 delicious  digg  facebook  furl  linkedin  myspace  reddit  stumble  technorati  twitter