* HAFTANIN FLATCAST FCP TEMALARI

                                                           

Gönderen Konu: YUNUS EMRE-4 (1238-1321)  (Okunma sayısı 1091 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

YUNUS EMRE-4 (1238-1321)
« : Şubat 02, 2012, 11:06:14 ÖÖ »
YUNUS EMRE-4 (1238-1321)



İlk yaratılış olduğu gibi, herkesi bir ikinci yaratış da olacaktır. "Elest" günü bu bütünlük içinde ele alındığında çok anlamlıdır. "Allah odur ki, mahlukatı ilk önce yaratan, sonra onu ölümünden sonra diriltecek olan odur. Ve bu iki yaratış da ona çok kolaydır. Yarattığı göklerde ve yerde onun için yüksek deliller vardır. Ve o, yarattıkları üzerinde en büyük hükümrandır. Yaratışında tam bir hikmet ve maslahat vardır" (Kur'ân-ı Kerim 30/27). "Biz ilk yaratışta yorulduk mu? Hayır; onlar, yeniden yaratılmaktan şüphe etmedeler" (Kur'ân-ı Kerim 50/15).

Allah gerek ilk insanı topraktan yarattığı zaman, gerekse daha sonraları annelerinin karnında yarattığı zaman onların her halini çok iyi bilir (Kur'ân-ı Kerim 53/32). İnsan, bu güzel şeklini kazanıncaya kadar çok çeşitli safhalardan geçirilerek yaratılmaktadır. İnsan her yaratılışında topraktan yaratılmaktadır ve öldükten sonra toprağa verilmektedir. Kıyâmet günü gene bütün insanlar Allah tarafından topraktan çıkartılacaktır (Kur'ân-ı Kerim 71/14-18). Kıyâmet gününün muhakkak olacağını belirten Yüce Allah, Kıyâmet sûresinin sonunda (36-40. âyetler) şöyle buyuruyor: "İnsanoğlu kendisinin boş bırakılacağını mı sanır? O, akıtılan bir meni damlası değil miydi? Sonra kan pıhtısı olmuş, sonra Allah onu yaratıp şekil vermişti. Ondan erkek ve dişi olarak iki cins yaratmıştı. Bunları yapan Allah'ın ölüleri diriltmeye gücü yetmez mi? Elbette yeter!"

Yunus'un şiirinde "Elest" gününden bahsediliyor. Allah insanı bir tür olarak yaratmaya karar verdiğinde, Kıyâmet'e kadar sırası geldikçe yaratılacak olan bütün insanlarla ahitleşmiştir. "Ben Rabbınız değil miyim?" ("Elestü bi Rabbikum?") sorusuna insanlar "Evet" ("Belâ") diye cevap vermişlerdi. Dolayısıyla Allah'a inanma ve onun çizdiği sınırlar ve gösterdiği doğru yolda yaşama hususunda her insan kendi kendinin şahididir ve Allah'a söz vermiştir. Bu, her insanda doğuştan Allah'a inanma ve doğru yaşama güdüsü, temeli var demektir. Her insan Allah'a ulaşma kudret ve yeteneğine sahiptir. Ancak insanlar çoğu zaman bu ahitleri unutmuşlardır (Kur'ân-ı Kerim 20/115; 2/27-28; 17/34; 32/14; 59/19).

Bu, insanın kendi öz benliğine yabancılaşmasından kaynaklanmaktadır. Öte yandan bu, aslında Allah'ın takdiridir. Çünkü unutma olmasa, günah işlemese insan tevbe edip Allah'ı yaratıcı olarak bilemez. Dolayısıyla günah, yanlış hareket, dinin başlangıcıdır; yeter ki doğrusu anlaşılsın ve doğru yoldan gitmeye karar verilsin. Gerçek insan, dünyanın onca aldatıcılıkları içinde doğruyu bulup Allah'la yaptığı sözleşmeyi hatırlamalıdır. Bunu yapamayan zalimdir, yanlış yoldadır ve bunun hesabı Kıyâmet günü sorulacaktır (Kur'ân-ı Kerim 2/27; 15/29; 24/25,65; 16/95). Allah insanlara bu hatırlatmayı yapabilmek için, doğru ile yanlışı, iman ile küfrü apaçık ortaya koymuştur (Kur'ânı Kerim 2/256). Tabiatta bunu göremeyenlere uyarıcı olarak kitaplarını, peygamberlerini göndermiştir. Ve insanların doğru yolu bulup bulmamaları konusunda çok hassastır. İster ki, bütün insanlar buna ulaşabilsinler, ama buna ulaşmak istemeyen insanların da gözlerini kapar, kulaklarını duymaz hale getirir. İnanmak sınavı çok çetin olarak yapılmaktadır. Bu, genişlik ister, sabır ister; her halükârda Allah'a inanma, güvenme ve ondan razı olma ister...

Allah bu dünyada insanın içinin en içindedir, onun her şeyini açıkca bilmektedir ve âhirette de her insan bu dünyada yaptıklarını tek tek hatırlayacaktır. Bu dünyada bütün gösterilenlere rağmen hâlâ doğru yolu bulamamış olanlar, öbür dünyada kendi kendilerinin şâhitleri olacak; "Yâ Rabbenâ, diyecekler; kendimizin aleyhine şâhitleriz. Evet. dünya hayatı onları aldattı da kendilerinin kâfir olduklarına gene kendileri şâhitlik ettiler" (Kur'ân-ı Kerim 6/130).

Allah bu dünyada her kavme, her insana doğru yolu bulması için gerekli uyarıları gönderiyor. Nihaî sorgulamayı öbür dünyaya bıraktığı gibi, zulümde aşırı giden fert ve toplulukları bu dünyada da cezalandırıyor. Allah'ın yeryüzündeki insanları aydınlatmak için peygamber olarak gönderdiği Hz. Nuh'un kavmi ve hattâ ailesinden birçoğu da kendisine inanmamışlardı ve büyük bir tufanla ortadan kaldırılmışlardı (Kur'ân-ı Kerim 7/59-64; 11/25-48). Ad kavmi kendilerine peygamber olarak gönderilen Hz. Hud'u dinlemedikleri için bir rüzgar ve kum fırtınası içinde yok edildiler (Kur'ân-ı Kerim 11/50-60; 26/123-140; 46/21-25; 69/6-8). Lut Peygamber'in kavmi de, kendisini dinlemeyip ahlâksızlığa devam ettikleri için Allah tarafından helâk edilmişlerdi (Kur'ân-ı Kerim 11/77-82) Aynı şekilde Salih Peygamber'e karşı gelen Semud kavmi, taşlardan oyulmuş evlerde kalmalarına rağmen yok edildiler (Kur'ân-ı Kerim 7/73-79; 26/146-150). Hz. Şuayb ile Medyenliler arasında da aynı şey olmuştu (Kur'ân-ı Kerim 11/84; 26176-190).

Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Demek ki, zaman içinde Allah ile imân ahitleşmesini unutanlar, Allah'ın her an yaratmakta olduğu şu evrendeki milyonlarca varlık ve olaydan bir ibret çıkartamayanlar, onun gönderdiği elçilere uymayanlar elim bir şekilde cezalandırılıyor.

Allah'ın yaratması süreklidir. Her yaratma taptazedir ve her insan bu dünyaya tertemiz olarak gelir. İçinde yaşadıkları çevre ve Hakk tebliğleri, onları, doğru inanan ve doğru davranan kişiler yapmalıdır. Ama onlar çoğu kez, geçmişte yaşamış insanların yanlış gelenekleri içinde boğulup kalırlar. Allah kendilerine duyu organları, anlayış, akıl vermişken; tabiat ve Kitap onları açık açık inanmaya çağırırken onlar inanmamakta direnirler veya atalarında gelen yanlış şeylere inanırlar. "Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu bulamamış idiyseler?" (Kur'ân-ı Kerim 2/170).

Bu dünyadaki bütün yaratma Allah'ın eseridir. Ne yerde ne gökte zerre ağırlığınca bir şey Rabbinden uzak ve gizli kalamaz. Bundan daha küçüğü, daha büyüğü hariç olmamak üzere hepsi muhakkak apaçık bir kitapta yazılıdır (Kur'ân-ı Kerim 10/61; 35/11; 40/19). Allah, her şeyi hakkıyla murakebe etmektedir (Kur'ân-ı Kerim 37/96). O insan, madde plânında hiç bir şey değilken onu safha safha yaratan Allah'tır. Yunus, bir insanın hayat safhalarını anlattığı şiirine şöyle başlıyor:

"Ata belinden bir zaman anasına düştü gönül
Hakk'dan bize destûr oldu, hazineye düştü gönül.
Anda beni can eyledi, et ü sünük kan eyledi
Dört on günü diyeceğiz, değirtmeye düştü gönül
Yürürdim anda pinhan, Hakk buyruğu vermez aman
Vatanımdan ayırdılar, bu dünyaya düştü gönül." (81-82)

Bizi yaratan Allah, bu dünyada da bizi bir an olsun boş bırakmaz. İnsan belli bir amaçla yaratılmıştır ve bu amaca varıp varmaması hassas bir şekilde izlenir.

Allah, yeryüzündeki bütün canlıların rızıklarını, duracak ve kalacak yerlerini verir (Kur'ân-ı Kerim 11/6). Çünkü onun rahmet hazineleri tükenmez. İnsana düşen Rabbinin gönlüne koyduğu nûru yakalamak, O diledikçe dilemek (Kur'ân-ı Kerim 81/29) ve O'nun emrettiği şeyleri O'nun koyduğu sınırlar içinde yapımaktır. Bu görev ilk önce akıl ile tabiattaki sırları, iman ile de kendi benliğinin derinliklerinde olan iç sırları anlamak ve onlara uygun davranmaktır. Bu sırlara ulaşmadan Allah'ın halifeliğini yapmak, onun emanetini taşımak, onun en yüce varlığı olarak tabiata zulmetmeden onun tecellilerine katılmak mümkün değildir. Onun için önce ruhumuzu, kafamızı sıkıştırıp duran zincirleri kırmalı; Allah'ı bilmeli, inanmalı ve onun çok yönlü ve zor sınavına hazırlıklı olmalıyız. Çünkü bu sınav açlıkla, toklukla, yoklukla, bollukla, belâ ve kurtuluşla, hastalıkla, sağlıkla, ölümle, doğumla, neş'e ve kederle v.s. yapılır. Her durumda, Allah'a inanan onun metin ve kendini kaybetmeyen, ana yemini unutmayan kullarından olmak gerekir.

3.2. İnsan Bedeni ve Nefsi

"Miskin âdemoğlanı nefse zebun olmuştur
Hayvan canavar gibi otlamağa kalmıştır." (376).

İnsanlar bu dünyadaki şekilde yaratılmadan önce ruhları Allah katında günâhsız olarak bulunuyordu. Bunlar topraktan veya Yunus'a göre dört ana unsurdan yaratılmış bedenler için konularak bu dünya şartlarında, çok çeşitli şekillerde sınava tabi tutulurlar. Dolayısıyla sınavda esas kontrol insan bedeni, bu bedenin ihtiyaçlarının dejenere edilmesinin insan ruhunu bozması ve onu yanlış yollara sevketmesidir.

Her varlıkta olduğu gibi, insanda da birbirine zıt iki unsur, mânâ ve madde, can ve beden birleşmiştir. İnsana doğrular ve yanlışlar, hayır ve şer apaçık olarak gösterilmiş ve bunlar arasında istediğini seçme hürriyeti verilmiştir. Âdem, bu seçme hakkını Cennet'te ilk olarak kullanmıştır. Bu olay, insanın iradeli ve şahsiyetli bir varlık olarak ilk davranışıdır. Artık insan bedeninin istek ve arzuları, zihinsel merakları, aceleciliği, zevk peşinde koşma durumları ortaya çıkmıştır. Bu davranış insanlık hayatında bir dönüm noktası veya yeni bir başlangıçtır. Artık bir üretim sistemi başlatılarak, zamanla farklılaşıp birbirine düşman gruplar halinde çoğaldıkları bu dünya ortamına gönderilmiştir.

Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyuruluyor: "Ey o bütün insan kümeleri! Sakının o Rabbinize karşı gelmekten ki, sizleri o bir tek nefisten yarattı. Ondan eşini yarattı da ikisinden bir çok erkekler ve dişiler üretti.." (4/1). Cennet'te haddi aşan Âdem Allah'tan emirler aldı; onları yerine getirip tevbe edince, Allah da onlara "Birbirinize düşman olarak inin, yeryüzünde bir müddet yerleşip geçineceksiniz" dedi (2/36). İnsanların bu dünyada çoğu zaman birbirlerine düşman olarak yaşamalarında esas sebep, herhalde nefisleridir.

İnsanlar bu dünyaya geldiklerinde tertemizdirler veya "varoluşçu" düşünürlerin dediği şekilde hiçbir şeydirler. Her insan bu dünyada kazandığı iyilik ve kötülüklerinin toplamıdır (Kur'ân-ı Kerim 74/38). Necm sûresinde de (39. âyet) "Şu gerçek ki, insan için çalıştığından başkası yoktur" buyuruluyor.

Dünya, insan için yaratılmıştır. "O bir yaratıcıdır ki, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı..." (Kur'ân-ı Kerim 2/29). Bütün güzellikler Allah katında olduğu halde (Kur'ân-ı Kerim 3/14), bu dünya da -bazı şeylerle de imtihan ortamı yaratmak için- bezenip süslendi. İnsanlar bu ortam içinde birçok arzu ve ihtiyaçlarını, eğilim ve sevgilerini gerçekleştirdiler. Allah, koyduğu sınırlar içinde bu dünya nimetlerinden faydalanmamızı, Allah sevgisi üzerine çıkmaması şartıyla bazı şeyleri sevmemezi ve onlara sahip olmamızı doğru buluyor. Ancak hırs, kibir, öfke, kin, şehvet, cimrilik, yalancılık v.s. gibi birçok nefs özellikleri, insanı Allah'ın çizdiği ölçülerin dışına çekiyor. İnsan, kendinin olmayan Allah'ın nimetlerinden ihtiyacından fazlasına sahip olmak istiyor, başkalarının hakkını vermiyor, şımarıyor, kendisinin olmayan şeyleri kendisinin sanıyor. Bütün bu davranışlar insanı yanlışlara sevkediyor, onun Allah'a inanmasını, ona ibadetini, duasını, onun emirlerine uymasını zorlaştırıyor.
İnsanda nefsin kaynağı, onun bedeninin yaratılmasında kullanılan dört ana maddedir:

"Miskin Yunus'un nefsi dört tabiat içinde
Aşk ile can sırrına pinhan varasım gelir." (60)

"Risâletü'n-Nushiyye"de toprak tarafından insana sabır, iyi huy, tevekkül ve mekremet (kerem, cömertlik) sıfatları; su tarafından safâ, sehâ (cömertlik), lütuf ve visal (sevdiğine kavuşma) halleri; yel tarafından kizb (yalan), riya, tezlik ve nefs hevesleri; ateş tarafından şehvet, kibir, tamah ve haset tatları kazandırıldığını anlatıyor. Bu arada can da insana izzet, vahdet, hayâ ve edep huylarını vermiştir.
Nefis insanın düşmanıdır, hemen bütün nefis özellikleri insanı azdırmak için çabalar durur.

"Düşman benim nefsimdurur, tama'ıla hırsımdurur,
Tama'ıla hırsa uyan gönüllerde yer eylemez." (166)

"Hakikata bakarısan, nefsin sana düşman yeter Var imdi ol nefsin ile vuruş, savaş, tokuş yürü.

Nefsdür eri yolda koyan, yolda kalır nefse uyan Ne işin var kimesneyle, nefsine kakı, boş yürü." (201)
Bu dünyanın şerrinden emin olabilmek için önce kibir ve kini terkedip kendi kendine bir hayat yaşamalıdır. Nefs, tâ ezelden beri insanın düşmanıdır. Nefsin her an harekete hazır dokuzbin haşerâtı vardır. Bunlara aldanıp uyan kişilerin yüzleri karadır. Can besleyen kişi, nefse değil canın isteklerine uymalıdır.

Kötü nefsin sultanı kibirlenmedir. Bunun emri altında dokuz oğlan vardır ki Yunus, Risaletü'n-Nushiyye'sinde, bunlardan şunları sayar: kapısında bin kişinin beklediği; bütün cihan mülkünü alsa doymayacak olan tamah. Onun imanı dünyadır, çünkü dünyaya esir olacak kadar onu sever. Tamah hapsine düşen çıkamaz. Buna karşı mücâdele edecek olan güç, kanaattir. Bundan sonra gene aynı derecede tehlikeli olan kibir, şehvet, gazab ve haset gelir ki, nefsin bu özellikleri üzerinde ayrıntılı olarak durulacaktır.
Eğer nefsimize uymayıp dünya ve âhirete esir olmazsak, Allah'ın doğru yolunu daha kolay izleyebiliriz.

"Soru hesap olmıyasar dünya-âhiret kovana
Münkir ü Nekir ne sorar, terk olıcak cümle murat." (45)

Dünya, Allah'ın yarattığı bir çok güzelliklerle doludur. İnsanlar da uzun boylu düşünmeden bu güzellikleri severler.

"Çalab'ın dünyasında yüzbin türlü sevgi var
Kabul et kend'özüne, gör hangisi lâyıktır." (56)

Dünyada da, ahirette de sevilmesi gereken Allah'ın güzelliğidir. Şeytana uyarak dünya güzelliklerine temelli bağlanıp kalmamalıdır.

"Yunus sana hakikat, budurur buyurduğu
Gözünle gördüğüne dönüp bakma yazıktır." (57)

Çünkü insanlar canları değil, sûretleri severler. Oysa can olmayınca sûretler hemen bozulup kokmaya başlar. Öyleyse sevilecek olan özlerdir, canlardır. Yunus'un varlıktan geçmesi, dervişlik, miskinlik yolunu seçmesi, canlara, gönüllere yönelmesi bundandır.
İnsanlar derin bir gaflet uykusundadırlar. Bunca ilâhi uyarılara rağmen direnirler. Doğru yolu bulmanın ilk başlangıcı, gaflet uykusundan uyanmadır.

"Miskin Yunus, aç gözünü, uyar gafletten özünü
Tâ bilesin kend'özünü, tanla seher vaktinde dur." (59)

Dünyanın çeşitli renklerle donanmış güzelliği insan nefsinin bazı hastalıklarıyla birleşince, çoğu insanların ömrü tamamen gaflet uykusunda geçer. Yunus'un şu gözlemi ne kadar doğrudur:

"Bir nice kişilerin gaflet gözün bağlamış
Hakk yoluna der isen, bir yufkaya kıyamaz." (70)

İnsanın hayatta dört yoldaşı vardır: can, din, imân ve nefis. Bunlardan ilk üçü ile Yunus'un başı hoştur. Ama nefis?
Tasavvuf tarihindeki mutasavvıfların hemen hepsi nefisle mücâdele etme, onu zayıflatma (hattâ öldürme), kontrol altına alıp terbiye etmeyi öğütlemişlerdir.

Yunus da bu mutasavvıflardan biridir.
"Ol dördün birisi can, biri din, biri imân
Biri nefsimdir düşman, yolda savaşıp geldim." (89)

Yunus'un bütün savaşı nefisledir. Ama nefse karşı yaptığı bu savaşı kazanmış ve doğru yolu bulmuştur. Çoşkulu anlarında kendini anlattığı bir şiirinde şöyle diyor:

"Irmak gibi ben çağlarım, geh gülerim geh ağlarım
Nefsin ciğerin doğrarım, kibr ü kini yıkan benim.
Kırdım bu nefsin çerisin, bir ettim burc u barusun
Pâk eyledim içerisin, mülketini yuyan benim." (92)

Bu dünyayı böyle koyup âhiret yolculuğuna çıkmaya karar verdiği dönemde, gene ilk aklına gelen nefsi ile savaştır.

"Vuram, yıkam nefs evini, oda yana hırs ü hevâ
El getirem şimden geri, nefs ile savaş eyleyem.
Bugün gülen kişi burda, yarın ağlayısar orda
Revan döküp gözyaşını, yastığımı yaş eyleyem." (96)

Hakk nazarı, Yunus'a doğru yolu buldurmuştur. Aklı başına gelmiş, "Hayrı şerden seçer olmuş", sevgisini Allah'a yöneltmiştir. Artık şöyle söylemektedir:

"Hayra döndü benim işim, endişeden âzad başım
Nefsimin başını kestim, kanatlanıp uçar oldum." (104)

Nefse uymadan Hakk yolunda dosdoğru gidebilmek için demir gibi bir yürek lâzımdır. Bu yürekle, her iki cihanda da doğru davranmak esastır. Nefs ile yapılan savaşta da en sağlam düstur, doğruluktur:
"Doğruluk mancınığı istiğfar taşı ile Doğru vardı atıldı, yıkıldı nefs kal'ası.
İmân aldanguçları, bilin, çoktur bu yolda Nefsine uyanların gitmez yüzün karası.
Yüzbin riya çerisi, bilin, vardır bu yolda Nefs öldürmüş er gerek, ol çeriyi kırası." (143)
Yunus'un nefisle savaşta ikinci düsturu, kanaat sahibi olmaktır. Buna dayanarak yaptığı bir nefis savaşını da şöyle anlatıyor:

"Nasihat kandilinden bir işaret göründü
Tenim içinde canım ondan yana süründü.
Nefsimin ejderhası döndü bana hamletti
Kanaat hay demezse, yer ü göğü yer imdi.
Kanaati yar edin, uyma nefs dileğine
Eresin hakikata, yerin buldun dur imdi.
Kanaat dediğini eğer sen tutmaz isen
Nefsine uyar isen, sergerden ol, yor imdi." (146)

Aşk erine dünyada ne harir u ne palas" adlı şiirinde de, nefsi boğazından asabilmek için kanaati bir darağacı gibi kullanmak gerektiğini, bu nefsi iyice çökertmek için varı yok yapıp heveslerden kurtulmak ve akl-ı küll içinde erimek gerektiğini anlatır (70). Bu dünyada imtihanı kazanmanın, Allah yolunda yaşayıp onun yüksek katına çıkmanın, nefis mücâdelesinden geçtiğini anlatan Yunus, insanları şöyle uyarıyor:

"Sen canından geçmedin, cânân arzu kılarsın
Belden zünnar kesmedin, imân arzu kılarsın.
Men arefe nefsehu dersin, evet, değilsin
Melâikden yukarı seyran arzu kılarsın." (114)

Nefsin bizi kötü yollara sürüklediği, doğru ile yanlışı ayırt etmemizi engellediği, dünya bağlarından koparak Allah'ın dosdoğru gerçekliği içinde hür olmamıza mani olduğu ve bu nedenle onunla mücâdele edilmesi gerektiği doğrudur. Ancak bu mücâdeleyi nereye kadar götürmek gerekir?

Unutulmamalı ki, Allah'ın bu dünyada yarattığı hiç bir terkip anlamsız değildir. Canlar, bu dünyadaki imtihanları bitinceye kadar nefislerine, yâni bedenlerine muhtaçtırlar. Bedenlerin günâh işlemesi değil, af dilememesidir kötü olan; yoksa günâh eğer tövbeye, Allah'ı bilmeye yöneltiyorsa insanı olgunlaştırır. Hz. Muhammed'in "Eğer günâh işlemeseydiniz; Allah sizi yok eder ve yerinize günah işleyip ondan af dileyen bir kavim getirirdi" şeklinde bir hadisi vardır. Demek ki insan, kendisine verilen seçme hürriyetini doğru kullanıp kullanmadığını, hata yaptığında hatasını anlayıp af dilediğini, tövbe ettiğini görmek için, dünya nimetlerine düşkün beden içinde candan ibaret bir varlık olarak yaratılmıştır. Allah'ın, insanı en güzel kıvamda yaratıp sonra da düşüklerin en düşüğüne indirmesi, insandaki bu can-beden terkibine işaret etmektedir.

Nefis, Allah ile insan arasındaki psikolojik bir perdedir. İnsanın bu perdeyi mutlaka aşması gerekmektedir. İnsanda ruh ve beden, can ve nefis sürekli olarak birbirleriyle mücâdele ederler. Bazı kişilerde nefis bütün bedeni ve hattâ ruhu bile kontrolu altına alır; artık bütün yetenekler ve zekâ nefse hizmet etmektedir. Bu durumda bütün hayvanlar dünyasının üzerinde bir varlık olarak yaratılan insan, hayvanlardan daha aşağı bir seviyeye düşer.

Aslında ideal olan da, nefsi devamlı kontrol altında tutmak, ruhun hizmetine vermek, yüce Allah'ın çizdiği sınırlar içinde yaşayarak can ile birlikte Allah'a ubudiyet (kulluk) görevini yapmaktır. Bu şekilde, kötülükten ubudiyete doğru giden bir nefsin merhaleleri, tasavvuf çevrelerinde, Kur'ân'ın bazı âyetlerine dayanılarak şöyle çizilmiştir:

1. Nefs-i emmare: Ruhun kontrolunda olmayan şehvet, kin, hırs, haset, alay, kibir, gaflet, gazap, bencillik gibi özellikleri olan kötü nefis (Kur'ân-ı Kerim 12/53 43/51-52; 2/258; 40/16). Bu safhadaki nefis büyük bir yanılgı içindedir. çünkü insanın canı ve bedeni bile geçici olarak kendine verilmiştir. Bunun dışındakiler ise onun değildir.

2. Nefs-i levvâme: Şüphe içindeki nefs. Burada ruh doğru ile yanlışın farkına varmıştır. Ama kendiliğinden yüce yaratıcıya bir türlü koşamıyor; sadece kendini kınıyor, azarlıyor (Kur'an-ı Kerim 75/1-3).

3. Nefs-i mülheme: İlham almaya müsait hale gelmiş nefse, artık içten azar azar ilhamlar ve doğrudan iyilik-kötülük bilgileri gelmeye başlamıştır (Kur'ân-ı Kerim 91/1-10).

4. Nefs-i mutmaine: İlâhî nurla aydınlanan nefistir. Artık nefs-i emmarenin baskılarından kurtulmuş, sükun bulmuş, yaptığı her işte Allah'a teslim olan nefis.

5. Nefs-i raziyye: Artık evreni Allah'ın bir parçası olarak seyredip ondan razı olan nefis.

6. Nefs-i merziyye: İnsanlar arasında ahlâk güzelliği, merhamet ve lütuf göstererek yaşamak.

7. Nefs-i kâmile: Çoklukta birlik, birlikte çokluk görme kademesine ulaşmış olan nefis.

Tasavvufun gayesi, insan nefislerini öldürmekten ziyade bu kademelerden geçirerek iyice olgun bir nefis haline getirmektir.

Burada izlenen yol da önce halktan koparak zirveye doğru çıkmak, orada temizlenip tekrar halk arasına dönmek ve insanlara hizmet etmektir. Çıkış yolu çok zahmetli olduğu için, mutasavvıfların çoğunu yoldaki engellere dikkat çekmişlerdir. Yunus'a göre, nefsin olgunluğa doğru yükselmesi yolunda, gene nefsin içinden kaynaklanan ve dışardan da beslenen binlerce engel vardır.
Bunların başında kibir gelir. Bir şey olmak isteyip de olamayan kişinin duyduğu büyüklük zannı kibirdir. İblis'in, Firavun'un günâhları kibirleri idi ve bu tür günâhlar affedilmez; çünkü insandaki bütün yaratıcı güçleri öldürür.

"Tekebbür nefsdür, sultanı bilmez
Çerisine iyi dirlik derilmez." (3)
"Özünden gayri kimseyi beğenmez
Yüce yerde durur, aşağı inmez." (7)

Oysa nice tahtta oturanlar yere düşmüş, nice benlik davası güdenlere sinek üşüşmüştür. Kibirlenme hatasına düşenler dinden, imândan uzağa düşmüşlerdir. Kibirlenen kişi sevilmez.

"Sakıngıl olmagıl kibirle yoldaş
Kibir kandayısa onunla savaş." (8)

Kibirlenenin vefası yoktur ve kibir insanın kendi kendisini de helak eder. Kibir sahibi olanlar hiç rahat edemez, kendi içlerindeki Allah'a giden yolu göremezler. Kibir, insanın kendine bakıp gururlanması, tövbe etmemesi, böylece yoldan ayrılmasıdır. Risâletü'n-Nushiyye'sinde kibire büyük bir yer ayıran Yunus, devamlı olarak, kibirli olmama konusunda öğüt veriyor:

"Tekebbür kişinin faidesi yok
Komasa kibri pişman olısar çok.
Tekebbür kişiler ere eremez
Özünün düşmanıdurur göremez.
Kibir geldi seni bulatdı gitti
Ecel atı seğirdir iri yetti." (9-10)

Kibir ve "heva" ile vakit geçirenler bir gün ecelin bittiğini anlarlar. Beş-on günlük ömür için böyle kaykınmanın hiç bir anlamı yoktur. Kibirlenenlerin yeri Cehennem'de hazırdır. Kibir öylesine kötü bir nefs özelliğidir ki, insanın yapmak istediği birçok iyi harekete engel olur, onun içinde büyüklenmek ve âsilik vardır.

"Kibir aldı eri görünmez oldu
Daha yüksek yere binemez oldu."(12)

Kibirlenmek, büyüklük zannı ve kendini öyle gösterme, aslında küçüklüktür. Gerçekten büyük olan hiç bir zaman büyüklenmez. Yunus, kibir ve kini bırakmanın, "gerçek yolu"na girmenin ilk şartlarından olduğunu belirtiyor:

"Eğriliğin koyasın, doğru yola gelesin
Kibr ü kini çıkargıl, erden nasib olasın."(110)

Bütün hayatın belli bir zaman içinde, ama gerçekliğin yüksek burçlarından bakıldığında bir "an" gibi gelip geçmesi de, bu dünya hayatını çok geniş olarak değerlendirmeyi gerektiriyor:

"Miskin ol, bre miskin, gider senden kibr ü kin
Rüzgâr gelir geçer pes, kime ne kalasıdır?"(161)

Kur'ân, bir çok noktalarda kibir ve böbürlenmenin ("ucb") insanlar için ne kadar kötü ve tehlikeli olduğuna dikkat çekiyor (meselâ, 31/18-19; 28/76-83; 7/13). İnanan insan için ideal olan, alçakgönüllü ve mütevazi olmaktır.

İnsan nefsinin bir başka tehlikeli özelliği tamah ve hasettir. Bunların her ikisini de körükleyen, aslında, hırstır. İnsan nefsi hırsa yatkın olarak yaratılmıştır; onun için hırstan dikkatli bir şekilde korunmalıdır (Kur'ân-ı Kerim 59/9; 4/128).

Bu dünyadaki her şey Allah'ın bitmez tükenmez hazinelerinin küçük bir parçasıdır. O, yarattığı her canlıya kendi rahmet hazinelerinden helâl rızıklar verir (Kur'ân-ı Kerim 11/6;17/31). Güzel gösterilmiş, ancak haram olduğu açıklanmış şeylerden sakınarak, Allah'ın insanlara helâl kıldığı dünya nimetlerinden faydalanmalı ve elimizde biriken fazlalıklardan da diğer insanları ve canlıları faydalandırmalıyız.

Şeytan, insanları fakir olacakları vesvesesiyle korkutmakta, insanlar da Allah'ın bolluk vaadlerini unutup (Kur'ân-ı Kerim 2/268) ihtiyaçlarından fazlasına tamah etmektedirler.
Hırs, insanın sahip olduğu her varlığı yetersiz gösterir; hırsın olduğu yerde hiçbir varlık insanı kurtaramaz. "İnsan hırsına düşkün yaratılmıştır. Kendisine şer dokundu mu feryadı basandır. Ona bolluk ve bereket erişince de çok cimridir" (Kur'ânı Kerim 70/19-20).

Yunus, Risâletü'n-Nushiyye'sinde, kibirle birlikte tamahı da insanı doğru yoldan çıkaran ve mutlaka altedilmesi gereken nefis özelliklerinden sayıyor. Tamah, nefsin büyük oğludur. Bütün cihan mülkünü ele geçirse bile, bununla yetinmez. Onun imânı dünyadır, çünkü en çok onu sever. Tabi, sevdiğinden öteye de gidemez.

"Ki sevdiğinden öte menzilin yok
Asıl mânâ bodur, söz keleci çok."(4)

Tamah kervanıyla yola çıkan, içinden hiç çıkamayacağı bir kuyuya, bir hapishaneye gidiyor demektir. Tamah hapishanesinin askerleri o kadar güçlüdürler ki, oraya düşen kimseyi kaçırmazlar. Bu tamah kalesini yıkacak olan, imân ve akıl hizmetindeki kanaat güçleridir.

"N'oturursun taş kapıda, gör içeri neler gezer
Tama' arttırır dâima, saf bağlamış fitne düzer." (58)

diye başlayan şiirinde de, ancak kanaat atına binilince tamahtan kaçılacağını belirten Yunus, kurtuluşun ancak kin ve kıskançlığı ortadan kaldırmakla mümkün olacağını anlatır.

"Var, dediğim yerlerde dur, hıkd u hasedi oda vur
İhlas gelir cümleyi yur, Yunus yolu yavlak olur."

İslâm, hırsı, tamahı ve cimriliği değil cömertliği emrediyor. Ancak bu şekilde dünya nimetlerinin esaretinden, şımarmasından, kibirinden kurtulabiliriz. Tamahı, dünya mallarından uzak durmak olarak almamalı; bunları bol bol kazanıp ihtiyacı olanlara, kazandıklarımızın en değerlilerinden bol bol vermek olarak almalıdır (Kur'ân-ı Kerim 2/52,267; 3/92,133-134). Çünkü bu, Allah'ı sevmenin, ona güvenmenin ve ondan emin olmanın tek belirtisidir.
İnsan nefsinin bir başka tehlikeli yönü öfkedir (gazap). İnsandaki dengeyi altüst eden ve daha başlangıç safhasında yokedilmesi gereken (Kur'ân-ı Kerim 3/134) öfkeye Yunus "boşu" demektedir ve Risâletü'n-Nushiyye'de bunun bir de destanını yazmıştır.

Burada önce gazap kendini tanıtmaktadır. Cana kıymakta, baş kesmekte, yaratılmışları yok etmekte çok hünerlidir. Melek onun yoluna çıkamamakta, felek onun işini başaramamaktadır.

"Gözüme yüzbin er zerre görünmez
Hezar arslan bana berre görünmez
Boşu derler bana key bahaduram
Düzenlik bozmağa her (dem) kaduram." (14)

Öfke, kendi varlığından dahi korkar. Öfkeyle davranan, birçok şeylerden gafildir ve imânsız ölür.

"Boşu kimdeyise imânı gider
İmân gerek ise var onu gider.
Sakıngıl boşudan ki gizlidir ol
Nerde sezmezsem yol anda urur." (14)


YUNUS EMRE-4 (1238-1321)
reklam

  • Dünya

  • 𐱅𐰇𐰼𐰚 - 𐱅𐰇𐰼𐰰
  • Yonetici
  • *
  • Karma: 10204
  • İleti: 11668
  • Nerden:Dünya
  • Cinsiyet: Bayan
Ynt: YUNUS EMRE-4 (1238-1321)
« Yanıtla #1 : Ocak 19, 2020, 05:55:28 ÖS »
 emekicin1.gif
reklam

Keşke sevgi ağaç dallarında asılı olsaydı..
Sadece sevgi mi?Saygı,Sadakat,
Huzur,Terbiye,Barış,
Kardeşlik..
Herkes toplayıp birbirine dağıtabilseydi..

Etiket:

 delicious  digg  facebook  furl  linkedin  myspace  reddit  stumble  technorati  twitter