* HAFTANIN FLATCAST FCP TEMALARI

                                                           

Gönderen Konu: YUNUS EMRE-3 (1238-1321)  (Okunma sayısı 1152 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

YUNUS EMRE-3 (1238-1321)
« : Şubat 02, 2012, 11:04:30 ÖÖ »
YUNUS EMRE-3 (1238-1321)

ÖZETLERSEK;

Sadece O vardı. Bilinmeyi istedi bunu sevgiyle varlık hâline getirmeye karar verdi ve uyguladı. Bütün âlem, maddesi ve mânâsıyla var oldu. Mekânın yaratılışıyla zaman da yaratılmış oldu. Bâ¬zı¬ları bu¬na genesis, bâzıları yaratılış, bâzıları da Big Bang der. Bu ilk yaratılış belli bir yerde olmadı çünkü ondan evvel mekân yoktu; belli bir zamanda da olmadı çünkü ondan evvel zaman yoktu. Bu se¬bepledir ki, bizim ölçülerimize göre değer¬lendirmek için zihnimizi zorlarsak, yaratılış her yerde ve her zaman oldu, olmakta ve olacak; Big Bang aslâ bitmedi, bit¬meyecek, tâ ki yaratılanların farklılıkları bitip de her şey aynı hâle gelinceye kadar. Bâzıları bu farklılıkların azalması, her şeyin sürekli dağılıp gitmesi vâkıâsına entropi der. Çünkü var oluş ancak farklılıkla, izafiyetle mümkün ve farklılıklar orta¬dan kalkınca ne zaman kalacak, ne de mekân. Bâzıları bu mukadder hadiseye kıya¬met der; ne zaman kopacağı sorulduğunda "ölçü¬lemeyecek kadar u¬zun bir süre sonra" cevabını verirler çünkü o olduğunda ölçü¬lecek zaman kalmayacaktır. Üstelik Big Bang de, kıyamet de hep var olmakta. Bütün madde ve mânâ âlemi her an yeniden yok olup varlığa kavuşmakta. Böyle olduğu için de mâzî, hâl ve âtî hep aynı, O hepsini biliyor ve her şey zâten O'nda. Bâzıları "yaratılışa ne gerek var¬dı, O'nun ihtiyacı mı vardı" diye sordular zaman zaman; halbuki yaratılış kaçınıl¬mazdı çünkü bütün bu olup bitenler akl-ı hikmet, kudret ve gü¬zellikle dolu O'nun bu vasıflarının bir yansıması, bir yanılsaması sâdece; ha¬ki¬katte ne yaratılış var, ne de yaratılmış. Zâten her şey O! Bu mutlak hakikati kâlbinde hisseden Hallâc-ı Mansûr diye birisini, yaşadığı ruh hâlini konuşma lisanının kifayetsizliği içinde dile getirdi diye, dini-dar olanlar yaktılar.
O, fânîler mutlu olsun diye iyi davranan kullarına cennet vaâd etti, kötü davrananların ise cehennemde ceza göreceklerini tebliğ etti; halbuki her an yeniden yaratılan ve kıyamet kopan âlemde cennetin de cehen¬nemin de zâten mevcut olduğunu, bâzılarının öbür dünya, bâzılarının öte âlem dedikleri yerin zâten burası, burasının da orası olduğunu allegorik bir şekilde ifâde ettiğini pek çok insan anlayamadı; anlayanlardan Yûnus Emre diye birisi “cennet cennet dedikleri bir¬kaç köşkle birkaç hûri, isteyene ver sen onu, bana seni gerek seni” diye yakardı.
O sevgi ve bilgi olduğu için, kâinatı da sevgi ve bilgi ile yönetti. Big Bang'den sonra her şey sonsuzca dağılıp yok ola¬cağına, kümelenerek maddeyi ve enerjiyi oluşturdu. Zâten madde ile enerji denen yaratıklar aynı şeydiler. En küçük zerrelerden son¬suz bütünlüğe kadar bütün evren bilginin düzeni içe¬risinde sev¬giyle birbirine yaklaştı. Bâzıları buna gravite, zayıf güç, çekirdek gücü gibi isimler taktılar; Einstein diye birisi hep¬sinin aynı gücün yansımaları olduğunu göstermeye çalıştı, hattâ “Tanrı’nın formülünü bulmak üzereyim” gibi, bâzılarına çok ters gelen lâflar etti. Nötronlar, atomlar, moleküller, gök ci¬simleri, yıldızlar, geze¬genler oluştu. Bâzıları bunlara kapalı ve açık sistemler dediler.

En azından bir tânesinin varlığından emin oldu¬ğumuz bâzı ge¬zegenlerde oksijen, karbon ve azot denen elemanlar öylesine sevgiyle ve bilgiyle birleştiler ki, organik mole¬kül¬ler teşekkül etti, sonradan bunlar bâzılarının ko¬zervat de¬dik¬leri canlılık öncesi oluşumlar hâline geldiler. Daha sonra bun¬lara sevginin kaçınılmaz gereği olarak can verildi. Bâzıları buna ruh, bâzıları soul, bâzıları spirit, bâzıları başka isim¬ler verdiler; bu isimlerin hemen hepsi soluk, rüzgâr veya gölge anlamına gelen köklerden türedi çünkü canın uçucu, ölümle cesedi terk edip giden bir cevher olduğu düşü¬nül¬dü. Can, O'nun mahlûkatın bir kısmına bahşettiği bir ay¬rı¬calıktı âdeta ama, evrimin kaçınıl¬maz özelliği olarak, canlılıkla cansızlığın sınırları da kesin değildi. Bâzılarının virüs, prion gibi isimler taktıkları yaratıklar bu belirsiz sınırda yerlerini aldılar. Bâzılarının canlıları en mütekâmil açık sistemler olarak tanımlamaları, yâni entropiye karşı çıkarken (negentropi yaparken) çevre¬deki entropiyi arttırdıklarını söylemeleri pratik açıdan çoğu kişinin işine yaradı ama ekserîsi düşü¬nemedi ki, kâinatın kendisi en büyük açık sistemdi ve eğer canlılığın târifi buysa, hareketlilikse, reakti¬vi¬teyse, malzemeyi alıp kendi işine yarayacak şekilde kullanıp artıkları atmaksa ve eninde so¬nunda gene entropiye mağlûp düşüp dezorganize olmaksa, bütün bu kıstaslara en mükemmel şekil¬de uyan yaratık kâinatın ta kendisiydi. Yâni can her yerdeydi, ruh her şeydeydi.

Canın ne olduğu, mâhiyeti gibi suâller pek çok zihni binlerce yıl meşgûl etti. Halbuki can, mutlak hakikât olan O’ndan, sâdece ve sâdece O’ndan başka bir şey değildi. Bunu insan beyninin kavraması mümkün olmadığı için, gönderdiği kutsal kitaplarda değişik isimlerle candan bahsetti ama ne olduğunu anlatmadı; Kur’an-ı Kerîm isimli kitabında ise insanların bu mes’eleyi kav¬ra¬ya¬mayacaklarını açıkça beyan etti.
Daha güzele ve bilgiliye doğru yolculuk devam etmeliydi tabiî ki, öyle de oldu çünkü O, kendinin sûretini, yan¬sımasını ya¬ratmak istiyordu. Tek hücreliler, zamanla, bir¬le¬şerek daha karmaşık çok hücreli canlıları, onlar da, zamanla, muhafaza e¬dilmesi daha zor ama gelişmiş büyük canlıları husûle getirdiler. Güzelliğin ve bilginin gereği, her şeyin hep zıddıyla kâim olması gerekiyordu. Elektronun pozitronu, cansızın canlısı, dirinin ölüsü, erkeğin dişisi, hayvanın bitkisi... gibi sonsuz sayıda zıtlıklar oluştu. Bâzıları buna diyalektik de¬diler.
O’nun sevgi ve bilgisinin karşıtı olarak nefret ve cehâlet, hikmetinin karşıtı olarak da taassup ister istemez oluştu. O, bu menfî vasıflara şeytan, iblis, kötü ruh, müsbet olanlara melek, peri, arada ve karışık olanlara cin gibi isimler taktı. Doğum ölümle, iyilik kötülükle, merhamet zulümle, sıhhât hastalıkla, barış savaşla zıtlaştı. Bütün bu kötü gibi görünen var oluşlar aslında evrimin devamı, daha iyiye ve güzele akışın temini için gerekliydi. Bu temel espriyi fark edemeyen bâzıları şeytanı O’nun rakibi zannedip perestiş ettiler, hattâ tapındılar. Halbuki bütün bunlar sâdece ve sâdece insan için mevcuttu; insansız âlemde her şey biteviyeydi, şeytan da kötülük de yoktu. Hepsi, kendi kendini aşmaya mahkûm ve muktedir tek yaratık olan insanla beraber var oldu. Bâzıları Mekke isimli şehirde taşlar atarken orada gerçekten şeytan diye bir varlığın bulunduğunu, bu sûretle onu zayıf düşürdüklerini sandılar; halbuki kendi içlerindeki kötülükleri taşlıyorlardı, kendi ruhlarını temizliyorlardı. O, aynı şehirdeki çok eski bir mâbedi (Kâbe) bütün kendisine inananların teveccüh edecekleri, ibâdet ederken yönelecekleri merkez ilân etti. Mevlâna gibi mutasavvıf denen bâzıları hâricindeki kişiler düşü¬nemediler ki, bir an için o bina ortadan kalksa, milyarlarca kişi birbirlerine teveccüh etmekteydiler günde beş kez... Yâni insana, O’nun sûretine, yansımasına; O’na! Bâzıları bu aşkın fikir ve gönül zâ¬vi¬yesini, her şeyin başının ve sonunun insan olduğunu, insandan başka kıymet hükmünün bulun¬madığını vehmeden hümanizm isimli felsefî akımla karıştırıp kızdılar; zâten, bu nüansı farkında olmayan pek çok kişi, bu terimi basitçe insanı sevmek anlamında kullanmaktaydı.

Bu zıtlıklar birbirlerini tamamladılar, yeni güzel¬lik¬ler oluş¬turdular. Hayvanlar âlemindeki gelişme, aynı minvâl üzre, bâ¬zılarının me¬meliler, primatlar, hominidler dedikleri yaratıklara kadar ilerledi ve, sonunda, beyni bilinen bütün diğer can¬lılardan daha çok gelişmş, soyut düşünme kaâbiliyetine hâiz, kendi kendini aşmaya mecbur ve mahkûm, O'nun hakkında tefekkür etme mazhariyetine sa¬hip bir varlık gelişti; bâzıları ona insan, bâzıları eşref-i mahlûkat, bâzıları homo erektus, homo sapiens, homo faber, homo ekonomikus... gibi isimler taktılar. O, sevgi ile birbirlerine yaklaşsınlar diye on¬ları ırklara, milletlere, dinlere... böldü; farklılıklar olacaktı ki tekâmül sürsün.

Hep O'nun hikmeti, kudreti ve bilgisiyle oluşan, sevgisiyle süslenen, tâ ilk yaratılıştan insana kadar mevcut olan bu tekâmülü Darwin ismindeki bir bilim (ve, ne ilginçtir ki din) adamı gibi bâzıları kör tesadüflerle izah etmeye çalıştı, bâzıları da kutsal kitapları hatâlı tefsir edip, bağnazlıkla reddetmeye kalkıştılar.
O'nun varlığı idrak edilebilecek, kavranabilecek bir şey olmadığı için, ancak sezilebilirdi, hissedilebilirdi, özel bir hâlet-i ruhiye ile daha yakından irtıbat kurulabilirdi. Buna bâzısı mistik yaşantı, bâzısı nirvanah, bâzısı erme, bâzısı başka şey der. Bâzılarının peygamber, nebî, velî, er¬miş gibi isimler taktıkları insanlar bu irtıbatan manevî kudretlerince nasiplerini aldılar. Çok özel bâzılarına ise, insanlar O’nu bâri bilgi yoluyla bilsinler diye, O’nun kelâmı olan, yazılı hâle getirildiği için de kutsal kitaplar denen bilgiler gönderildi. Bâzıları bu seçilmiş kulların ortaya koyduğu akâide din adını taktılar. Bütün bu kişilerin arkasından asırlar boyunca milyarlarca insan yürüdü; çünkü insanın özünde, hamurunda iman ihtiyacı vardı, kendini yâni O’nu arıyordu. Bütün yolların O’na, sâdece O’na çıktığını fark edemeyen, çokluktaki birliği göremeyen pek çok insan toplulukları asırlarca birbirleriyle beyhude harbetti. Çünkü dinlerin O’na ulaşmak için birer vâsıta olduğunu idrak edemeyip, birer gâye hâline getirilmesi hatâsına düştüler! Öyle olunca da, O’nun akıl, hikmet ve güzelliğine ters düşen taassup, yâni yobazlık doğdu. Şeytanın ta kendisi olan bu illet sırf din plânında tecahür etmedi zâten; bâzılarının ideoloji, bâzılarının felsefe, bâzılarının dünya görüşü dediği çeşitli inanç sistemlerinin de mutaassıpları, yobazları oluştu birbirlerinin ve kendilerinden farklı gördükleri herkesin gözlerini oymak üzere...

O, aklın, müsbet ilmin ve hikmetin rehberliğini emretti insana. “Maddî âlemin icaplarını yerine getirin, sonuna kadar mücadele edin, ne zaman ki kudretinizin sonuna gelirsiniz, o zaman bana sığının, duâ edin dedi. Bâzılarının kader, bâzılarının Karma, bâzılarının başka şey dedikleri şeyin O’nun bilgisi ve sevgisiyle oluştuğunu, O’nun kavranamaz ilmiyle düzenlendiğini, ümitsizliğe kapı olmadığını anlattı kullarına. Bâzıları bunu yanlış anladılar, ahmakça bir tevekkülle sâdece duâya, ibâdete sığındılar ve bu dünyanın gereklerini yerine getirmediler. Yenilik ve inkişaf¬tan kaçındılar, aklın önderliğini bir tarafa atıp nakilcilik batağına düştüler. Her zerresi tekâmül için yaratılmış bu kâinatta en ufak bir terakkîye dahi karşı çıkar oldular. Bu gibilerin elinde, O’nun in¬sana bahşettiği en ulvî ve hakikî huzur aracı olan din bir işkence mekanizmasına dönüştürüldü. Din nâmı altında sevgiden yoksun, içtihad nâmı altında tıkanmış tefsir yumaklarına dayandırılmış kör bilgiye istinad eden, hikmetten mahrum bir zulüm sistemi ortaya çıktı. Buna tepki verenlerin bir kısmı ne yazık ki din düşmanı oldular, sahte peygamberlere kapılandılar veya ümitlerini kaybettiler. Ama O her şeyi bilendi, her zehirin panzehirini de hâlk etmişti. Akılla imânı taassup batağına düş¬meden birleştirebilen kullarını hep yarattı, görevlendirdi.

Zaman içerisinde zaman, mekân içerisinde mekân, sürekli yaratılış ve mahvoluş, hiçlikte heplik, her şeyin sâdece ve sâdece O olması hakikatinin kâlbden idraki ile titreyen gönül gözleri açık kişiler çalışmayı, tekâmüle ve ilme hizmeti en büyük ibâdet kabûl ettiler. Zâten O'’un da mesajı açık ve netti! En son gönderdiği ve değiştirilemezliği O’nun garantisi altında olan kitap OKU diye başlıyordu ve peygamberinin âlimlerin mürekkeplerinin şehitlerin kanından daha kıymetli olduğunu, ilmin dünyanın öte tarafında da olsa gidilip alınmasını tavsiye eden sözleriyle süsleniyordu.
Tekâmül hep sürüyordu, sürmekte ve sürecek; her şey aslına, O’na dönünceye kadar.
Ve bu dönüş çoktan oldu, oluyor, olacak. Çünkü “önce”, “şimdi” ve “sonra” hep aynı.

3. YUNUS EMRE'NİN İNSAN ANLAYIŞI

3.1. Yaratılış

"Hiç kimise kendinden halden hale gelmedi
Cümlemizin halini ma'şuk eder mukarrer" (46)

Varlıklar ve varlık sistemleri olan evren (âlemin), zaman içinde bir noktada Allah tarafından yaratılmıştır ve yaratılış her yerde, her zaman devam etmektedir. Oysa insanlar yaratılışın geçmişte bir kere veya çeşitli kademeler halinde olup, bugün tabiî akışı içinde gidiyormuş gibi bir hisse veya zanna kapılırlar ve hep ilk yaratışları merak ederler. İlk yaratılış gerçekten görkemlidir; ama şu anda evrenin her yanında cereyan etmekte olan yaratış da, daha az görkemli değildir.

Mutasavvıflar, evrenlerin yaratılışını sadece Allah'ın var olup hiç bir şeyin olmadığı "lâ taayyün" devresinden, evrenlerin kademe kademe yaratılıp insaniyet mertebesine gelinceye kadarki yedi evre içinde incelerler. Onlara göre insan, varlık evreninin gayesi olduğu için en son yaratılan tür odur.
"Biz, gökleri ve yeri ve bunlar arasındaki ecrâmı altı günde yarattık da bize yorgunluk aczi dokunmadı" (Kur'ân-ı Kerim 50/38). Bu evrenleri zaman ve mekân içinde en ince ayrıntılarına kadar plânlayıp baştan sona levh-i mahfuza kaydeden yüce Allah, bunları mekânın bizim için uygun gördüğü bir yerinde, zamanın tatlı akışı içinde bize yaşatmaktadır.

Evrenin yaratılışına dair Kur'ân'da çeşitli âyetler bulunmaktadır. Allah, yedi kat gökleri ve yerde de göklere benzeyen tabakaları yaratmıştır. Bunların arasında her türlü emirler iner durur (Kur'ân-ı Kerim 65/12). Şu gök kubbe, şu gece, şu gündüz, şu güzelce döşenmiş-bezenmiş yeryüzü, akan sular, otlaklar, oturan dağlar... Bütün bunları Allah yaratmıştır ve biz insanların faydalanılması için yaratılmıştır (Kur'ân-ı Kerim 79/27- 33). "O, yaratışta ne dilerse onu arttırır" (Kur'ân-ı Kerim 35/1). Onun yarattığı herşey güzeldir ve o yaratışta en küçük bir hata bile bulamazsınız.

Bütün yaratılmış ve yaratılmakta olanlar, insan içindir. "O bir hâliktir ki, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra semaya inayet buyurdu da onları yedi sema halinde nizama koydu. O, herşeyi bilir bir alîmdir" (Kur'ân-ı Kerim 2/29).

İnsanın yaratılmasına gelince, bu hem ilk insanın hem de daha sonraki tek tek her insanın yaratılmasında önemli bir konudur. Evrenler için yer küresi (arz), onun içinde maden-bitki-hayvan üçlüsü diğerlerine göre ayrılmıştır. "Asıl"dan madenler, madenlerden bitkiler, bitkilerden hayvanlar seçilerek geliştirilmiştir ("ıstıfa"). Hayvanlar içinde birçok grup vardır ve insan da ayrı bir varlık katmanı olarak bunlardan seçilip yaratılmıştır. Bu, ilk yaratılmış insan olan Âdem'de böyle olduğu gibi, şimdi yaratılmakta olan her insanda da böyledir.
İnsan, hayvanlar dünyasının en gelişmiş ve en mükemmel türü değil; o ayrı bir varlık türüdür. Mükemmellik ise her varlık için ayrı bir anlam taşır. Bazı hayvanların mükemmel oldukları öyle alanlar vardır ki, insan bu mükemmellik düzeyine ulaşamaz. Artık insanda, "hakkında pek fazla bir şey bilemeyeceğimiz" (Kur'ân-ı Kerim 17/85) bir insanî ruh vardır ki, bu, insanı bütün hayvanlar dünyasının kat kat üzerine çıkarmaktadır.
Bütün varlıklar insanın yaratılmasının hazırlıklarıdır; hepsi insana rahat bir temel, bir nimet ve sınav yeri olarak hazırlanmışlardır. İnsan, Allah'ın yer yüzündeki halifesi olması dolayısıyla bütün hizmetler ona yöneltilmeli ve hiçbir şey insanın üzerine çıkartılmamalıdır.

İnsanın dışında yaratılmış olan hiçbir varlık türü; ne melekler ne hayvanlar ne bitkiler, madenler vs. günahkâr değildir. Onlar öyle bir makamda yaratılmışlardır ki, ne terfi ederler ne de rütbeleri düşer. İsyan, günahkârlık, kötülük gibi şeyler, gelişmek üzere yaratıtmış insanların fiilleridir (Ali el-Havvas). İnsan, yaratılmış olan bütün tabiatın ortak ürünüdür. İnsan bütün canlılarla alâka halinde olduğu için her canlının saadeti ile mes'ut, elemiyle de müteellim olur (Bediüzzaman Said Nursî).

Yeryüzündeki insan, "Allah'ın halifesi" olarak yaratılmıştır (Kur'ân-ı Kerim 2/30). Allah'ın halifesi demek, onun iradesiyle onun çok şanlı ve hayırlı yaratmalarına vesile olacak demektir. Bu yetkinin doğru kullanılıp kullanılmaması melekleri bile endişeye sevketmiştir. Ama Allah, "Ben sizin bilmediğinizi bilirim" diyerek insanın liyakatını ve ona olan güvenini göstermiştir. Bu görev ve bu güven insana büyük bir şeref bahşettiği gibi, büyük bir sorumluluk da yüklemektedir. Hz. Âdem, kendine gösterilen bu güveni Cennet'te iyi kullanamamış, kendine çizilen sınırı aşmış ve yeni sınav yeri olan bu Arz'a gönderilmiştir. Hem İblis'in Allah'a isyan etmesi, hem Âdem'in Cennet'te kendi nefsine zulmederek dünyaya gönderilmesi, Hakk'ın takdiri ve bilgisi dahilinde olmuştur. Her şey, her an onun iradesine göre cereyan etmektedir.

Allah, evrendeki her şeyi her an yeniden yaratmaya devam etmektedir "De ki, yeryüzünde gezin dolaşın da, Allah'ın yaratışa nasıl başladığını görün. Allah, yeni bir âhiret hayatını da tekrar başlatacaktır" (Kur'ân-ı Kerim 29/20).

Evrendeki her varlığın ve her oluşun özünde Allah olduğu için, ve Allah bütün âlemlerin terbiyecisi ("Rabbu'l-âlemin") olduğu için her şey şuurludur. Allah, yarattığı âlemlere karşı lütuf ve inayet sahibidir (Kur'ân-ı Kerim 3/108). Her varlık türü Allah'ın kuludur, sonunda ona gidecektir. Her varlık ona şükreder, hamdeder ve Allah katında bu varlıklar öylesine duyarlıdırlar ki, bizim cansız saydığımız varlıklar dahi ağlar (Kur'ân-ı Kerim 44/29). Yerdeki ve gökteki her şey, Allah'ın kendisine verdiği görevleri yapar (Kur'ân-ı Kerim 13/13, 15; 24/41 42); cinler ve melekler de öyle (Kur'ân-ı Kerim 51/56; 39/75).

Allah insanı, insan gibi düzülmüş kara balçıktan yaratmıştır (Kur'ân-ı Kerim 15/26-28). Evrenin bütün özelliklerini dikkate alarak onu en güzel şekilde yaratmıştır (Kur'ânı Kerim 95/4). Bu ilk insandan, ilk önce eşi olan Havva yaratılmıştır ve buradan da üreme yoluyla bütün insanlar yaratılmıştır ve hâlâ da yaratılmaktadır (Kur'ânı Kerim 7/189-191). İlk insan olan Hz. Âdem'in yaratılışında meleklerin muhalefetini; Allah'ın Âdem'i özel olarak eğitip meleklerle sınava tâbi tuttuğunu, meleklerin "Senin bize bildirdiğinden başka bizim hiç bir bilgimiz yoktur" diyerek sınavdan çekindiklerini, Âdem'e secde ettiklerini, İblis'in ise mukayese yapıp, gururlanıp secde etmediğini ve Allah tarafından lânetlendiğini Kur'ân haber veriyor (2/30-39).
Yunus, Hz. Âdem'in yaradılışında geçen bu olayları şöyle şiirleştirmiş:

"Çalap, Âdem cismini topraktan var eyledi
Şeytan geldi Âdem'e tapmağa âr eyledi.
Eydür, ben oddan-nûrdan, ol bir avuç topraktan
Bilmedi kim, Âdem'in için gevher eyledi.
Zâhir gördü, Âdem'in batınına bakmadı
Bilmedi kim, Âdem'i halka server eyledi.
Kırk yıl kalıbı yattı, adı âlemi tuttu
Gör şeytanı, buğzundan ne fitneler eyledi.
Âdem, İblis kim ola, işi işleten Çalap
Ay ü güni yaratıp leyl ü nehâr eyledi.
Çalap eydür şol kula, inâyet benden ola
Ne şeytan azdurısar, ne kimse kâr eyledi." (134-135)

Âdem ile eşi mutlu bir hayat yaşamaları için Cennet'e yerleştirilmiş, ancak bu kadar bolluk içinde kendilerine bazı sınırlar konulmuştur (Kur'ân-ı Kerim 2/35). Şeytan onların aklını çelerek bu yasağı çiğnetmiştir (Kur'ân-ı Kerim 7/20-22). Bunun üzerine Allah onları, geçici bir zaman için bu Arza göndermiştir (Kur'ân-ı Kerim 2/36). Bu da ancak Âdem'in tevbe etmesi, af dilemesi karşılığında olmuştur (Kur'ân-ı Kerim 7/23; 2/37).
Yunus Emre, "Risâlet al-Nushiyye" adlı eserinin başında, ilk insan olan Âdem'in yaratılışını şöyle anlatır:

"Padişahın hikmeti gör neyledi
Od u su, toprag u yele söyledi.
Bismillah diyüp getirdi toprağı
Ol arada hâzır oldu ol dağı.
Toprağıla suyu bünyad eyledi
Ona Âdem demeği ad eyledi." (1)

Bu şekilde başlayan söyleyiş hava ile toprağın birleştirilip bedenin meydana getirilmesi, ateşin bu bedeni kızdırarak canı alabilir hale getirmesi ve Allah'ın emriyle bedene canın girmesi, canın girmesiyle bedenin nurlanması, bu sûrete ve bedene kavuşan canın sevinci, Âdem'in, kendisini yarattığından dolayı Yüce Allah'a şükretmesi anlatılıyor.

Daha sonra ise, bedenin yaratılmasında kullanılan dört ana maddenin (toprak, su, hava, ateş) insana ne gibi özellikler kazandırdığı sıralanıyor. Buna göre toprak sabır, iyi huy, tevekkül ve mekrümet (kerem, cömertlik) sıfatlarını; su safâ, sehâ (cömertlik), lütuf ve visâl (sevdiğine kavuşma) hallerini; hava kizb, riya, tezlik ve nefs heveslerini; ateş şehvet, kibir, tamah ve haset tadlarını; can ise izzet, vahdet, haya ve âdâb hisallerini (özelliklerini) kazandırmıştır.

"Yer gök yaradılmadan Hakk bir gevher eyledi
Nazar kıldı gevhere sığmadı, devreyledi." (133)

diye başlayan şiirinde de, o cevherden buğu çıktığını, buğudan gök yaratıldığını, gökyüzünün birçok yıldızlarla bezendiğini; aya-güneşe dönmelerinin emredildiği, suyun üzerinde göğün yaratıldığı, Azrâil'in yere inip bir avuç toprak aldığı ve bunun yoğurularak Âdem Peygamber'in yaratıldığı, can verildiği, dilinin söyler hale getirildiği ve insana çok büyük güçler verildiği anlatılmaktadır.
"Hakk bir gevher yarattı kendinin kudretinden" diye başlayan şiirinde de (109), bu cevhere bakarak onu erittiğini, buradan yedi kat gök ve yedi kat yer, yedi deniz yarattığını, yaratılmışlara şefkatinden Hz. Muhamed'i yarattığını anlattıktan sonra şöyle bitiriyor:

"Gayip işin kim bilir, meğer Kur'ân ilminden
Yunus içti esridi ol gevher denizinden." (109)

Bizim canlarımız her şeyden evvel yaratılmıştı. O zaman henüz evren yaratılmamıştı. Canlar Allah ile dost halinde ve bütün canlar bir olarak uzun zaman geçti.

"Ne gök varıdı ne yer, ne zeber vardı ne zîr
Konşıyudık cümlemiz, nûr dağın yaylar iken." (107)
Her şey sonradan yaratılmıştır.
"Ezelî biliş idik, birliğe bitmiş idik
Mevcudat düştü ırak, vücut can yatağıdır." (54)

Demek ki, yaratılışla canlar birbirlerinden uzaklaşmış, ayrı ayrı vücutlar içine yerleştirilmiştir. Canlar her bedende Allah'ın emirleridir. Canlar nurdandır ve daha sonra da nura kavuşup gideceklerdir (147).
"Biz bizi bilmezidik biz' yaratan eyledi" (136-137) diye başlayan şiirinde gene benzer konuları işleyen Yunus, Allah'ın bizi açığa koyup kendini gizlediğini, artık insanın bütünlüğü ve gizliliğinin kalmadığını, Âdem'in çamurunu dört feriştehin yoğurduğunu, dolayısıyla bütün insanların özünün, mayasının bir olduğunu anlatır.

"Elest'de bileyidik, göz açtık "Belâ" dedik
Eyiden Yunus idik, cümle birden eyledi." (137)



YUNUS EMRE-3 (1238-1321)
reklam

  • Dünya

  • 𐱅𐰇𐰼𐰚 - 𐱅𐰇𐰼𐰰
  • Yonetici
  • *
  • Karma: 10204
  • İleti: 11698
  • Nerden:Dünya
  • Cinsiyet: Bayan
Ynt: YUNUS EMRE-3 (1238-1321)
« Yanıtla #1 : Ocak 19, 2020, 05:55:38 ÖS »
 emekicin1.gif
reklam

Keşke sevgi ağaç dallarında asılı olsaydı..
Sadece sevgi mi?Saygı,Sadakat,
Huzur,Terbiye,Barış,
Kardeşlik..
Herkes toplayıp birbirine dağıtabilseydi..

Etiket:

 delicious  digg  facebook  furl  linkedin  myspace  reddit  stumble  technorati  twitter