* HAFTANIN FLATCAST FCP TEMALARI

                                                           

Gönderen Konu: YUNUS EMRE-10 (1238-1321)  (Okunma sayısı 1013 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

YUNUS EMRE-10 (1238-1321)
« : Şubat 02, 2012, 11:17:48 ÖÖ »
YUNUS EMRE-10 (1238-1321)


4. YUNUS EMRE'NİN EĞİTİM ANLAYIŞI

4.1. Eğitim gerekliliği

İnsan, çok büyük bir potansiyel olarak yaratılmıştır ve her yeni doğan insan, tertemiz olarak kendi hayatını ve kendi çevresini yeniden düzenleme hakkına sahip kılınmıştır. Alemlerin terbiye edicisi olan, bütün varlıkları halden hale getirerek olgunlaştıran, çeşitli işler yaptıran, çoğaltan Allah'tır. İnsan da, baştan sona onun terbiye edici gücüne tâbidir.

Ancak insanın diğer varlıklardan bir farkı vardır. Diğer varlıklar, belli bir zaman ve mekân diliminde, kendilerinin yapacakları işlere göre bilgi ve yeteneklerle donatılmışlardır. Bu dünyada kendiliklerinden bir sistem kurup geliştirmeleri mümkün değildir. İnsanlar ise, bütün diğer varlıklardan ayrı bir grup olarak, "Allah'ın halifesi" olarak, dinamik bir yapı ile bu dünyaya gönderilmişlerdir. Onlara, diğer varlıklardan ayrı olarak dil verilmiştir, akıl verilmiştir ve en önemlisi olarak Allah'tan önemli mesajlar bulunan bir gönül verilmiştir.


Beklenir ki, insan duyu organlarıyla toplandığı algıları düzenleyip daha üst bilgi sistemleri kursun, birbirleriyle anlaşabilsin, düşünsün, gönlündeki kilidi açarak Allah'ın oradaki mesajını okuyabilsin. Burada insana yardım edecek akıl, gönül ve duyu organlarının yanı sıra, geçmiş insanların binlerce yıllık tecrübeleri, bilgi birikimleri, Allah'ın peygamberleri vasıtasıyla gönderdiği kitaplar ve bu peygamberlerin örnek yaşayışları da insanın gerçeği arayıp bulmasında en değerli yardımcılarıdır.

İnsanın eğitimine başlangıç, kendisinin mükemmel olmadığını, bir çok eksiklikleri olduğunu (yâni eğitime muhtaç olduğunu) anlaması ve eğitimi kabul edecek bedensel ve ruhsal hazırlık içinde bulunmasıdır. Eğitimin her kademesinde bu sayılanlar, yani ihtiyaç duyma, yetenekli olma ve hazır bulunma unsurları gereklidir.

"Yunus, eğer âşık isen, varlığın değşir yokluğa
İman kuşağın berk kuşan, de hep eksiklik bendedir." (54)

İnsan hiç eğitilmeden de büyük, olgunlaşır ve sistemsiz olarak çevreden edindiği bilgilerle bir hayat sürer. Ancak burada, ihtimal bir çok yeteneklerini kullanamaz, Rabbinin kendine çizdiği doğru yolu bulamaz, Rabbinin yeryüzündeki halifesi olarak kendinden beklenen işleri yapamaz.
Diğer canlılardan ayrı olarak, insan tabiatı doğuştan boştur, çiğdir; bedensel büyüme ve olgunlaşmanın yanı sıra, zihinsel-ruhsal büyüme ve olgunlaşmanın da sağlanması gerekir.

"Her nesne çiğ olıcağız, od olmayınca pişmez ol
Benim dirliğim çiğ idi, aşk odu oldu bahane." (117)

Bu pişme ve olgunlaşma kendiliğinden, veya kişinin tek başına çalışması ile olmaz. İnsan tek başına sadece duyu organlarıyla bu işi yapmaya kalkacak olursa zan, yalan, yanlış ve tezvir içine düşer. Olayların ve varlıkların arkasındaki gerçeğe ulaşması, anlamları ve sırları yakalaması son derece zordur.

"Eydürsün kim gözüm görür, da'vayı ma'naya erir
Gündüzün gün şûle verir, bu gece yanan nûr nedir?" (65)

İnsanın duyu organlarıyla algılayamadığı, aklı ile düşünemediği bir çok gerçeklik boyutları vardır. Kaldı ki, insan dediğimiz varlığın bu dünyadaki hayatı, onun gerçek hayatının çok kısa bir sınav dönemidir. O, başka hayat ve varlık boyutlarında, yaratılmadan önce de var idi, öldükten sonra da var olacaktır. O, bu dünyadaki kısa sınav dönemi dahil, bütün değişik hayat boyutlarında, "Elest meclisi"nde vardiği sözü unutmadan yaşamalıdır. Bu anlamda, insana ölüm yoktur; o, Hakk ile birlikte ezelî ve ebedidir, kıyâmetten sonra da var olacaktır.
Geniş zaman boyutundan bakacak olursak, Kıyâmet sonrasında insan hayatındaki en kapsamlı değerlendirme yapılacak, ama ondan sonra insan hayatı başka boyutlarda devam edecektir. Bu geniş zaman ve mekân perspektifi içinde kendini değerlendiren insan, gönlündeki ana şifreleri bularak her yaşam boyutunda Hakk'ın tecellisinden mest olarak ve onun emirleri doğrultusunda yaşar.

"Ten fânidir, cân ölmez, gidenler geri gelmez
Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil." (80)

Bu ölümsüz canların, bu kısa sınav dönemi şartlarına ve ana gerçeğe uygun olarak, maddelerden ve ma'nalardan haberdar olması, kendi ana misyonuna uygun olarak iyi ve yararlı işler işlemeleri gerekir. İnsanın bu ulu misyona hazırlanması kendi kendine olamaz; önce Allah'ın ona bazı şeyleri nasip etmesi, daha sonra da uygun bir eğitimcinin yanında eğitilmesi gerekir. Yunus, bu gerçeği şöyle şiirleştiriyor:

"Gevher seven gönüller yüzbin yol eder ise
Hakk'tan nasip olmasa, nasip olası değil.
Çeşmelerden bardağın doldurmadan kor isen
Bin yıl orda durursa, kendi dolası değil." (80)

Eğitim işinin iki önemli unsuru vardır: eğitilen ve eğiten. Eğitimin olabilmesi için öğrencide uygun bir tabiat, akıl, yetenek ve öğrenme ihtiyacı bulunmalıdır. Bu açıdan bakıldığında, Yunus'un şu şiiri, onun bu husustaki görüşlerini çok iyi açıklar:

"Aşksızlara verme öğüt, öğüdünden alır değil
Aşksız âdem hayvan olur, hayvan öğüt bilir değil.
Eksik olman ehillerden, kaça'görün câhillerden
Tanrı bîzar bahillerden, bahil dîdar gürür değil.
Boz yapalak devlengice, emek verme erte gece
Onun işi gözsepektir, salıp ördek alır değil.
Şah balaban şahin doğan, zîhî övmüş onu öven
Doğan zayıf olur ise, doğanlıktan kalır değil.
Kara taşa su koyarsan, elli yıl ıslatır isen
Hemen taş gene bayağı, hünerli taş olur değil.
Yunus olma câhillerden, ırak olma ehillerden
Câhil ne var mümin ise, câhillikten kalır değil." (83)

Öğüt, aklı olanlara, öğüdü tutacak iradesi olanlara verilir. Düşünmeyen, öğüdün arkasından gelen ma'nayı anlayamayan ve tutma iradesi göstermeyenlere öğüt verilmez.

"Onsuz sözün gör nedir, çok söz hayvan yüküdür
Ârife bir söz yeter, tende gevher var ise." (194)

Yunus, "Bu dervişlik yoluna aşk ile gelen gelsin" diye başlayan şiirinde de, arzusu, kabiliyeti, iradesi, azmi olmayanın bu sert eğitim yoluna girmemesi gerektiğini, sözle bu işin olamayacağını şöyle anlatıyor:

Yunus, söz ile kimse kabiliyete geçmedi
Bûd u vücut dermiyân ortaya koyan gelsin." (192)

Gerçekliği öğrenmek için ona karşı duyarlı olmak gerekir. İnsanların çoğu, Allah'ın bu dünyadaki gerçeklerine karşı kördürler, sağırdırlar. Tıpkı Yunus'un

"Sağır işitmez sözü, gece sanır gündüzü
Kördür münkirin gözü, âlem münevver ise." (119)

dizelerinde olduğu gibi, içinde yaşadıkları gerçeklerden habersizdir. Çoğu kimsenin dış duyu organlarında bir arıza olmadığı halde, içte bunların verilerini değerlendirecek bir merkez olmadığı için, aslında bunlar da kör ve sağırdırlar. Dış duyu organları kadar bunların içteki paralellerinin de uyanık olması önemlidir. İnsanın içinin de, dışının da aydınlık ve uyanık olması gerekir.

"Gönül yüksekte gezer, dem-be-dem yoldan azar
Dış yüzüne ol sızar, içinde ne var ise." (119)

Tasavvufta bir şeyhin, bir erin yol göstericiliğine, terbiyesine sığınmak çok önemlidir. Kişinin gönlü ne kadar coşkun, akıl ne kadar yüksek, yeteneği ne kadar çok olursa olsun, eğer uygun şekilde eğilip yönlendirilmezse, hedefsiz akan bir suya, coşkulu ama amaçsız bir harekete benzer. Tasavvuf yolunun çilesi çok sabır gerektirdiği, akıl kuvvetinin yerine çoğu kez ruh kuvveti uyarıldığı için, bu yolda iyice pişmiş bir şeyhe sığınmak gerekir. Yunus, Risâletün-Nushiyye'sinde

"Eğer devlet gerekse akla danış
Mürebbisiz ileri varmaya iş." (13)

diyor. İnsan, ana vatandan o kadar uzağa düşmüştür ki, bir yol gösterici olmadan dönüş yolunu tekrar bulabilmesine imkân yoktur.

Bu yol din ve şerîat yoludur ki, bu dünyadaki ferdî ve toplumsal davranışları en güzel, en iyi, en doğru (âdil) bir şekilde düzenleyerek öte dünyada da mutlu bir hayat yaşamaya yöneliktir. Bu yol tasavvuf yoludur ki, Kur'ân'ın derinliklerindeki anlamlara, varlık ve olayların iç yüzlerine, insan ruhunun tâ özündeki Allah'ın "emri"ne yönelmiştir. İnsanın bu yolda seyretmesi çok daha zordur; yol uzundur, bazen dayanılmayacak kadar aydınlıklar, bazen her tarafı kapsayan deliksiz karanlıklar, bazen sonsuzluğa kadar uzanan dümdüz yollar, bazen içine düşülen kısır döngüler, girdaplar, bazen birdenbire yıldızların ötesine kadar yükselmeler, bazen sonu gözükmeyen uçurumlara dayanılmaz bir hızla düşüşler... Rehbersiz bir kişi, bu yolun daha başından döner; eğer ısrar ederse, fazla bir mesafe alamadan akıl ve ruh dengesini kaybeder. Bu yol, ilkönce insanın kendi kendisiyle hesaplaşması yoludur; günahlarının farkına varma, bunları sayıp dökme, tevbe ederek temizlenme yoludur.

Bu yola girecek kişinin bilinci de, bilinçaltı da tertemiz ve aydınlık olmalıdır. Başkalarının hatalarını görmeden kendi hatalarımızı görmek, bundan dolayı önce kendimizle hesaplaşmak gerekir. İnsanlar çılgınca yaşama sarhoşluğundan kurtulup nefislerini, hareket ve hallerini bir kere mülâhaza etmelidirler. Hattâ bir kere değil, Hz. Muhammed gibi, günde yetmiş kez tövbe etmeli, kalbinini üzerine konan manevî kirleri günde yetmiş kere temizlemelidir.

İnsanın iç dünyasına giden yol haset, kin, hırs gibi insana çok tatlı gelen ve önünü alamadığı bir çok pisliklerle tıkanmıştır. Bunun yanında sıfatlar, varlıklar, olaylar, gelenekler, yanlış bilgiler ve bunları iyi değerlendiremeyen akıl da insanın bu yolculuğuna bir engel olarak çıkar. Bu yoldaki engeller çoğu kez nimetmiş gibi görünür. Allah, "Her zümre, kendi nezdinde bulunanla ferahlık duymaktadır" (Kur'ân-ı Kerim 23/53) demektir. Elbette bu anlayış ve zevk, Allah'ın tecellisindendir ve onun oluşu yürütmesi için gereklidir.
İnsanın kendi nefsinde olup bitenleri bilmesi ve bunları Allah'ın ilâhî kânûnlarına göre değerlendirmesi, kendi kendisiyle mücâdele ederek, kendini terbiye ederek özüne ulaşması mürşitsiz olacak bir iş değildir. Bu yolda erenlerin himmeti, nazarı, terbiyesi çok önemlidir. Yunus'un dizelerine bakalım:

"Âşık oldum erene ermek ile
Hakk'ı buldum er yüzün görmek ile.
Ere dedim, erde buldum maksudum
Bulamadım taşradan sormak ile.
Pınar idim, erenler kıldı nazar
Deniz oldum, dört yana ırmak ile." (117)

Erenlerin sohbetinde ve gözetimi altında, Allah'ın hidayeti ile yapılacak bir eğitim, insanı muhakkak ki gönlündeki doğruluk ve aşk kaynağına ulaştıracaktır.

"Dağ ne kadar yüksek ise yol onun üstünden aşar
Yunus Emre'm yolsuzlara yol gösterdi vü hoş eder." (158)

4.2. Eğitimde yanlış anlayış ve uygulamalar: medreselerdeki ilim öğretimi

Tasavvufun eğitim anlayışı, o zaman çok yaygın olan medrese eğitiminden farklı, hattâ bazı açılardan ona tamamen zıt idi. Bu farklılık ve zıtlık konu, amaç, metod ve kurumlar bakımından idi.
Medreselerde öğretimin ana konusu din idi. Din ise, bu dünyada ve öte dünyada Allah'ın dosdoğru yolunun asgarî şartlarını veriyordu. Dinin insanları eğitme biçimi, onların, nefsanî duyguları arasında dengeli biçimde yaşamalarını sağlamaya yönelikti. Ama bu eğitim onları Allah'ın gerçeklik denizine dalmaktan alıkoyuyordu.
Konunun rahatça anlaşılabilmesi için, Yunus'un ve tasavvufun bu konulara bakışını kısaca görmek gerekir. Yunus'un din anlayışı, şerîatın din anlayışından daha farklı; kendince ondan daha ileri idi. Medrese mezunlarının savunduğu "şerîat yolu", Yunus'a göre, menfaate dayalıydı ve insanları öte dünyada Cennet'e ulaştırmayı amaçlıyordu. Bunun için insanlar ibadet ve diğer dinî davranışları yapmak zorundaydılar.

Mutasavvıfların amacı ise, Cennet gibi, kendi nefislerinin rahat edeceği bir yere ulaşmak değil, yüce Allah'ın zâtında erimekti. Yunus, "Aşk imamdır bize, gönül cemaat" diye başlayan şiirinde, Allah'a dâima dua ettiklerini, onun dost yüzünü görüp varolan her şeydeki tecellinin arkasında Hakkı gördükten sonra kesin birliğe ulaştıklarını, artık şirk, ortak diye bir şeyin olmadığını, kendilerinin her dem onunla kaynaşıp onun iradesi doğrultusunda hareket ettiklerini anlatır.

"Belî(â) kavlin dedik evvelki demde
Henüz bu demdir ol vakt u bu saat.
Derildi beşimiz bir vakte geldi
Beşi bir eyleyip kim kıla tâat." (44)

Şerîat, İslâmın şartlarına sıkı sıkıya riayet edilmesini ister. Mutasavvıflar bu şartlara hiç hıyanet etmezler, hiç fitneye düşmezler; bu nedenle de davranışları diğer insanlarınkinden farklıdır.
Onlara göre, hakikat bir deniz; şerîat o denizde tahtadan bir gemidir. Hakikat denizindeki bazı fırtınalardan ve çok yüksek dalgalardan bu geminin tahtaları kırılabilir. Bu denizde bir tahta gemi ile seyahat etme yerine o denizde yüzmeyi, o denizin bir parçası olmayı öğrenmek daha doğru bir yoldur. Bir denizde yüzebilen kişi, gemi ile seyahat edenlerden çok daha ileridir.

"Bundan içeri haber işit eydeyim ey yâr
Hakikatin kâfiri, şer'in evliyasıdır." (49)

Şerîat, dünya işlerinin din açısından düzenlenmesidir. Aşk yoluna giren kişinin bu dünyada bir kararı, bir beklentisi yoktur. Bu dünya bilgisi, insanı bu dünyaya bağlar ve bu şekilde hakikat yolunda bir engel olur.

"Aşk erinin gönlü dolu pâdişahtan nevâledir
Aşksız âdem nic'anlasın, çün şerîat havaledir." (66)

Aşk makamında, zamanın ve mekânın her boyutunda Allah'ın birliğini kabul eden, cümle yaratılmışı, cümle işleri O'nun eserleri, O'nun işleri olarak gören, her şeyin, her yerde, her an O'nun hüküm ve iradesinde olduğunu bilen kişiye, şerîat ayak yetiremez. Yunus, kendisinin şerîat yolunu izleyenlerden farkını şöyle anlatıyor:

"Şerîat oğlanları nice yol eyde bize
Hakikat deryasında bahrı oldum yüzerim." (85)

Aşkın ilerlemiş mertebelerinde Yunus hem kendini o gerçeklik denizinden bir parça, hem de o denizleri, evrenleri kuşatan daha büyük bir gerçeklik olarak görüyor.

"Benim ol aşk bahrisi, denizler hayran bana
Derya benim katremdir, zerreler umman bana." (154)

Ayı, güneşi kendine kul sayan; Kur'ân'ın önderliğinde ezelî vatan olan Allah katına giden zamanların ve mekânların hâkimi ile şerîat ehli arasında gene de bir fark vardır.

"Şerîat ehli ırak, eremez bu menzile
Ben kuş dilin bilirim, söyler Süleyman bana." (154)

Şerîat, Allah'ın peygamberleri vasıtasıyla insanlara uzanan elleridir. Peygamberlerin yardımı olmadan Allah'ın sırrına ulaşmak mümkün değildir. Hakk yoluna, ancak şerîat ve tarikat kademelerinden geçilerek gidilir. Bu yoldan giderken haller, vecdler, marifetler v.s. ortaya çıkar.

İslâm tasavvufunda Hz. Muhammed'in koyduğu şeriata uymak, Mi'rac olayında Allah'a en çok yaklaşmış yaratılan olarak onun yolunu izlemek esastır. Yunus'un ve mutasavvıfların karşı olduğu, Hz. Muhammed'in şerîatı değil, şerîat olarak dünya hayatının alabildiğine yüceltmesi ve hattâ öte dünyanın da, bu dünyadaki nefislerin isteklerine göre âyarlanmasıdır. Muhammedî şerîat için Yunus'un dediği şudur:

"Mumsuz baldır şerîat, tortsuz yağdır tarikat
Dost için balı yağa ne için katmayalar?" (65)

Bu dünyadaki insanları hayatın ebediliğine inandırmak; doğru ve âdil davranan, kendilerini yaratan Rablerine ibadet eden insanlar halinde tutmak için, zamanın ve mekânın değişik boyutlarındaki Cennet ve Cehennem yaşayışlarından haber verilmiştir. Alelâde insanlar için çok büyük terbiye edici özellikleri olan bu yerler, Yunus için pek anlam ifade etmiyor. Onun istediği Hakk'ın hakikatı içinde erimektir. Onun için Cennet'in hoş yaşayışı ile Cehennem'in yakıcı ateşi aynı şeydir (Tasavvuftaki "Nâr da Hakk, nûr da Hakk" görüşü gibi).

"Âşık mı derim ben ona, Tanrı'nın Uçmağın seve
Uçmak hod bir tuzaktır, eblehler cânın tutmağa.
Tutulmadı Yunus cânı, geçti Tamu'dan Uçmağı
Yola düşüp Dost'a gider, ol aslına uyakmağa." (38)

Allah'ın gerçeğine bir kere eren, "bir kere ol Dostun yüzünü gören", onun dışındaki hiç bir şeyle avunmaz; ne bu dünyadaki ne de öte dünyadaki hiç bir şey onun gözüne girmez.

"Sekiz Uçmağın hurisi eğer bezenip geleler
Senin sevginden özgeyi gönlüm hiç kabul etmeye.
Yunus seni seveliden beşaret oldu cânına
Her dem yeni dirliktedir, her giz ömrün eksitmeye." (40)

"Gözüm sana ermek için, elim sana ermek için" diye başlayan şiirinde de, Cennet için hiç bir arzusu olmadığını, kendisinin isteğinin bağ-bostan veya huriler olmadığını ve doğrudan Hakk'ı isteğini anlatır ( 104).

"Sensin benim cânım cânı, sensiz kararım yokturur
Uçmak'ta sen olmaz isen, vallah nazarım yokturur." (62)

diyen Yunus, en büyük hazzının her şeyde Allah'ı görmek, O'nu seyretmek ve O'nu söylemek olduğunu anlatıyor.
Cennet ve Cehennem üzerine dayalı ve insan nefsinin öte dünyada sonsuz rahata ulaşması için bu dünyadaki hayatı düzenleyen din, mutasavvıfların daha baştan aştıkları bir hayat seviyesidir. Cennet ve Cehennem'e ilgi göstermeyen âşık için, bunlar üzerine kurulan dine de hacet yoktur.

"Din ü millet sorar isen, âşıklara din ne hâcet
Âşık kişi harap olur, harap bilmez din-diyanet.
Tâat kılan Uçmak için, din tutmayan Tamu için
Ol ikiden fariğ olur, neye benzer bu işâret." (45)

Âşık, dünyadan da, âhiretten de geçmiştir. İlim ve ameli, zühd ü tâatı (dünyaya sırt çevirme ve gönüllü olarak Allah'ın emirlerine uyma), havf u recâyı (Allah'tan korkma ve O'ndan ümidi kesmeme) bırakmıştır; Kıyâmet'i yoktur onun, sorgusu, Sırat'ı da yoktur.

"Ey âşıklar, ey âşıklar, aşk mezheb ü dindir bana
Gördü gözüm Dost yüzünü, yas kamu düğündür bana." (41 )

Yunus, sen-ben, kul-sultan ayrımını kaldırmıştır. Ezel ile ebed, onun için dün ile bugün gibidir. O, bu dünyayı şöyle bir görmek için gelmiş, görmüş ve geri ezelî vatanda yaşamaya karar vermiştir. Ama onun buradaki yaşayışı da Hakk'a teslim olmuş bir yaşayıştır, Cennet'lere bedeldir.

"Kullarına va'deyledi, yarın Uçmak verem dedi
Ol dostların sevindiği, yarınım bugündür bana.
Yunus seni din edindi, din nedir, îmân edindi
Âşık bugün-yarın n'olur, işi budur önden sona." (41)

Aslında evrendeki herşey, Allah'ın bilgisi, plânı ve iradesi dahilinde olmaktadır. Evrene bakarken bu bilinçle bakmak gerekir. Olayların ve varlıkların gerisindeki gücü iyi tanımak gerekir. Ayağınıza bir taş değdiği zaman veya birisi bir taş vurduğu zaman taşa kızıp onu dövmenin, parçalamanın bir mantığı olur mu?

"Hiç kimesne kendinden hâlden hâle gelmedi
Cümlemizin hâlini ma'şuk eder mukarrer." (46)

Öyleyse her şeyin Hakk'tan geldiğini bilerek olaylara, yaratıklara belli bir hoşgörü ile bakmalıdır. Tanrı her şeyi yapandır ama, gerek yaptıklarını gerekse insanların gözünü perdelemiştir. Görebilenler için Tanrı'nın gerçeği apaçık ortadadır, göremeyenler için ise asla farkedilmeyecek kadar perdeler altındadır. Âşık, bu perdeleri kaldırmıştır ve her şeyi apaçık görmekte, gördüklerinin ise çok azını söylemektedir.

"Şerîat edebinden korkaram söylemeğe
Yoksa eydeyeyidim dahi ayrıksı haber." (46)

Âşık, bu gerçeklere ulaştığı için kârı-zararı, malı-mülkü çoktan bırakmış, bu sonlu zamandan sonsuz zaman boyutuna geçmiş, bütün dünyevî değer ölçülerinin üzerine çıkmıştır:

"Küfr ile imân dahi hicap imiş bu yolda
Safâlaştık küfr ile, îmân yağmaya verdik." (77)

Küfür ile imânı bile, bu dünyada Allah ile kulları arasındaki pardelerden birisi olarak niteleyen Yunus, ulaştığı gerçeklik makamında sık sık Allah'ta erimekte, dünyada gördüklerini o gözle izah etmektedir. "Dünya benim rızkımdurur, kavmi benim kavmim-durur" derken ulaştığı geniş görüş de bundan kaynaklanıyordu. Yunus, ancak Allah katında, onu gerçekleri içinde eridikçe canlıydı ve anlamlıydı.

"Dinim, îmânım Ol'durur, O'nsuz olursam dünyada
Ne puta, haça taparım, ne dîn ü îmân tutarım." (88)

Yunus, cân içinde cândır. Şerîatın, ilmin, amelin korumasından öteye geçmiştir. O, Allah'ın gerçeklerini bütün açıklığı ile bilme ve görme sahalarından (ilme'l-yakîn ve ayne'l-yakîn, Kur'ânı Kerim 102/7) o oluşa katılma ve oluşun zaman ve mekân içindeki bütün safhalarında yaşama aşamasına (hakke'l-yakîn) geçmiştir. Şu dizeleri, o makamda söylemiştir:

"Oruç, namaz, zekat, hac cürm ü cinayet-durur
Fakir bundan azattır, hass-ı havas içinde."(120)

Tanrı ile aradaki ayrılığı kaldırmak için, görünüşteki dinden daha ilerilere gitmek gerekir.

"Tadarsan aşk tadından, geçesin zâhir dinden
Ayrılığın adından ol vakit kurtulasın." (198)

Bu şiirinden dolayı Yunus, muhakkak ki, o zaman da çok eleştirilmişti. O; bunlara karşı yazdığı bir şiirde, Allah'ın kendi gözündeki perdeyi kaldırdığını; ilim ve hikmet okuyanların, "gizli anlamları" şerhedenlerin bile, dünyaya hâlâ perdeli baktıklarını anlatır.

"Dosttan gayri kimse bilmez kâfir-müslüman kimdiğin
Ben kılarım namazımı, Hakk geçirdiyse nâzımı." (130)

Görünüşte iyi olanların, dilinde ilm-i usul, sürekli namazında olanların, dışı bilgili ve pişmiş olanların, gerçekte, bunların tam zıddı olabileceklerini Yunus şöyle anlatır:

"Benim gibi mücrim kul, bir dahi isteye bul
Dilimde ilm-i usul; dileğim dünya sever.
Dışım biliş içim yâd, dilim hoş gönlüm mürted
İşim yavuz iyi ad, böyle fitne kanda var?" (53)

Dosta yakın bakma, hattâ onun içinde erime imkânı varken dünya nimetleri, inançları ve ilimleriyle uğraşmayı "Dosta ırak bakma" olarak niteleyen Yunus, Allah'ı açık görenin bu varlık evrenindeki nefs tuzağına düşmeyeceğini anlatır.

"İlim hod göz hicâbıdır, dünya-âhiret hesabıdır
Kitap hod aşk kitâbıdır, bu okunan varak nedir?" (55)

YUNUS EMRE-10 (1238-1321)
reklam

  • Dünya

  • 𐱅𐰇𐰼𐰚 - 𐱅𐰇𐰼𐰰
  • Yonetici
  • *
  • Karma: 10204
  • İleti: 11668
  • Nerden:Dünya
  • Cinsiyet: Bayan
Ynt: YUNUS EMRE-10 (1238-1321)
« Yanıtla #1 : Ocak 19, 2020, 05:54:18 ÖS »
 emekicin1.gif
reklam

Keşke sevgi ağaç dallarında asılı olsaydı..
Sadece sevgi mi?Saygı,Sadakat,
Huzur,Terbiye,Barış,
Kardeşlik..
Herkes toplayıp birbirine dağıtabilseydi..

Etiket:

 delicious  digg  facebook  furl  linkedin  myspace  reddit  stumble  technorati  twitter