* HAFTANIN FLATCAST FCP TEMALARI

                                                           

Gönderen Konu: YUNUS EMRE-9 (1238-1321)  (Okunma sayısı 1241 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

YUNUS EMRE-9 (1238-1321)
« : Şubat 02, 2012, 11:16:04 ÖÖ »
YUNUS EMRE-9 (1238-1321)


Bu dünya türlü türlü halleri olan, içindeki insanların çeşitli hayaller peşinde koştukları bir büyük şehire benzer. Bu şehirde yapılacak en büyük şey, hayallerden kurtularak kendine gelmek, kendi gerçek değerini bulmaktır.

"Kendi miktarın bilen, bildi kendi halini
Veli dahi aşk ile evvel bahara benzer."(159)

Allah'ın aşk verdiği kulları, kendini bilen, gerçeği bilen, Allah'ı bilen kullarıdır. Aşk, ilim ve Kur'ân-ı Kerim bir bütündür.

"Ey kend'özünü bilmeyen, söz ma'nâsını bulmayan
Hakk varlığın isterisen uş ilm ile Kur'ân'dadır."(160)

Yunus, "Lâ şerike okursun, sonra şerik katarsın" diye başlayan şiirinde de

"İlm okumaktan gerek kend'özünü bilmektir
Kend'özünü bilmezsen bir hayvandan betersin."(107)

uyarısını yapıyor. Öbür türlü yaşamak, "görmeden taş atmaktır." Yunus ise kendi özünü, cevherini, kaynağını bulmuş; endişelerden, korkulardan kurtulmuş, günlük telâşların üzerine yükselmiş, dünyaya daha değişik bakmaktadır.

"Dost isteyen gelsin bana, göstereyim Dostu ona
Budur sözüm önden sona, ben bilirim kend'özümü."(130)

İnsanın çevresini bilmesinin ilk şartı kendisini bilmesidir; çevresinde olup biten her şeyin Allah'tan olduğunu bilmesinin ilk şartı da gene kendisini bilmektir. Ebu Said Ahmet el-Harraz, "Kendi benliğinde olup bitenden habersiz yaşayan, Rabbini nasıl bilsin?" diye soruyor.
İnsanı felsefî yönden değerlendiren düşünürlerin büyük çoğunluğu, insanın varlığını büyük bir problem olarak görmektedirler. Yunus, bu varlığı bir problem olarak değil bir "sır" olarak görür. Bu varlığın çözümünde de, dıştan bir yaklaşım yerine, doğrudan içeri girerek o sonsuz evrene ulaşır. Ahmet Hamdi Tanpınar, bu anlamda, Yunus'u "iç dünyamızın fâtihi", metafizik endişeleri içimizde yenen kişi olarak niteliyor. Yunus, ben üzerindeki bir çok perdeyi, onca ağır yükü kaldırarak; o boşluktaki engin mesafeyi bir hamlede aşar; bütün yüce şeylerden geçerek öze, Allah'a ulaşır. Orada son derece dinamik, canlı, sürekli bir oluş vardır. O oluşa katılma, Allah'ın tecellilerini bir başka gözle görmektir.
İnsan eğer isterse kendi kendini bulup bilebilir ve bir insanı kimse kendisi kadar daha yakından bilemez.

"Seninle sen tanış, gör kandasın sen
Senin devletine bahanesin sen."(29)

İnsanın kendisini görmesine nefsi ve dünya engel olur. Eğer nefsini terbiye eder de kontrol altına alırsa, hem dünyaya bakışı değişir hem de kendi benliğine doğru kolayca sefer edebilir. Duyu organlarımız, "dış"ı algıladığı gibi "iç"i de algılayabilir. Hattâ kendi içini algılamayamayan duyu organlarının, insanın hayvanî hayatını sürdürmekten öte bir anlamı yoktur. İnsanın hayvanî tarafı ise, bu dünya nimetlerinden oluşur ve bu dünyada kalır. Ona devamlı eşlik edecek olan ise kendi özüdür; bu da büyük ölçüde insanın amellerinden meydana gelir. Bu nedenle insan önce kendi özünü gözlemelidir.
Aslında her işin arkasında, başka bir deyişle en içinde Allah vardır; onunla bakmayan göz baktıklarından bir şey göremez, onunla duymayan kulak işittiklerine anlam veremez. İnsanı benliğe götürecek olan da Allah'tır; onun yardımı ve ışığı olmadan benliğe ulaşılamaz.

"Bu benven dediğim eğer ben isem
Niçin bu benliğe elim erilmez?"(165)

Gönlünü Allah'a veren kişi önce büyük bir şaşkınlık ve boşluk içine düşer, kendini kaybeder, her baktığı yerde Allah'ın tecellilerini görür; onların içinden başka bir varlık olarak kendini ayıramaz.
Yunus, bu duyguyu

"Aldı benim gönlümü n'olduğum bilimezem
Yavı kıldım ben beni, isteyip bulamazam."(39)

diye başlayan şiirinde çok iyi anlatır. İnsan isteyip gayret ettikten sonra Allah onu kendi özüne, kendi gerçeğine götürecektir.

"Ben Hazrete tuttum yüzüm, ol aşk eri açtı gözüm
Gösterdi bana kend'özüm, âyet-i küll denen benim.
Bu cümle canda oynayan, damarlarında kaynayan
Küllî dillerde söyleyen, küllî dili diyen benim."(92)

"Nitekim ben beni bildim, yakîn bil kim Hakk'ı buldum" diyen Yunus, daha önce korktuğu şeyin kendi özünde bulunduğunu görünce onunla dost olmakta, "O" olmakta, evrenlere hükmetmektedir.

"Yunus'a Hakk açtı kapı, Yunus Hakk'a kıldı tapu
Bâkî devlet benimkiymiş, ben kul iken sultan oldum."(87)

Gene aynı anlamda olmak üzere, bir başka şiirinde de şöyle demektedir:

"Ol Dost açtı gözümü, gösterdi ken'özümü
Gönlümdeki râzımı söyledim dile geldim."(97)

Aşkın, Allah sevgisinin tadına varan, onun sağladığı engin ruh ve zihin huzurunu duyan artık o olmadan yaşayamaz, devamlı onu ister; kendi benliğinden, zamandan-mekândan rahatsız olur. Onu Allah aşkı içinde eritecek olan ölüm bile olsa, çekinmeden ister.

"Al götür benden benliği, doldur içime senliği
Dirliğinde öldür beni, varıp anda ölmeyeyim."(191)

İnsan ruhunun derinliklerindeki ilâhî benliğe ulaşmak için, yüzeysel benlikten geçmek gerekir. Tasavvuf yolunun en önemli aşamalarından biri olan bu dönemi geçirmek çok zordur. Vazgeçeceğimiz, topraktan olan benliğimizdir. Bu benlik sürekli değişir; bir taraftan oluşur bir taraftan bozulur. Bu kadar hızlı değişme içinde, benlik dâvâsı gütmek pek anlamlı değildir.

"Söz issi sözün alır, sûret toprakta kalır
Her kim bu hali bilir, kend'özünden vazgelir."(46)

Dost yoluna gidişte nefsani benliğin istekleri, aklın merak ve soruları, nefsi sakınmak ve korumak çabaları insanı yolundan alıkoyar. Bu nedenle, benlikten her hâlükârda vazgeçmek gerekir.

"Yunus imdi demegil dostu gerçek severim
Dostu gerçek sevenler benliğin elden kodu."(140)
"Terkeylegil ten tertibin, gider senden benlik adın" (64)

diyen Yunus, bu evrenler içinde herşeyin Allah'ın hükmü ve iradesi altında olduğunu, onun dışında bir benlik iddiasında bulunmanın abes olduğunu; onun birliğine inanıp kabul eden kişinin, evrende ondan başka bilinçli davranan varlıklar olduğunu zannetmesinin câhillik olduğunu belirtir. "Allah birdir, onun ortağı yoktur" demek, evrendeki her şeyin Allah'ın birliği içinde olduğuna gerçekten inanmak demektir. Oysa yukarıdaki sözü söyleyen bir çok kişi, sözün gerektirdiği yüksek inanış düzeyine çıkamıyorlar; farkına varmadan Allah'a birçok ortak koşuyorlar.

"Eydürsün kim gözüm görür, da'viyi ma'niye irür
Gündüzün gün şûle verir, bu gece yanan nûr nedir?"(64)

İnsanlardaki can, Allah kudretidir; yoksa, beden, organlar, damarlardaki kan hepsi birer bahanedir. Aslında her şeyin yokluktan var olması, her an içinde yaşadığımız en büyük mucizedir. Ama bu bile gelip geçicidir. Bu dünyada bulunuşumuz, bu dünya şartlarına göre yaratılmış bir vücutla ve geçici bir zaman içindir.
Zaten bu dünyanın sonunun boş olduğunu, bu dünyada benlik peşinde koşmanın anlamsız olduğunu Yunus, baştan anlamıştır.

"Sorun Taptuklu Yunus'a bu dünyadan ne anladı
Bu dünyanın kararı yok, sen neyimiş, ben neyimiş!"(71)

Kişinin kendine yönelerek özüne doğru hareket etmesi "gizli seyir"dir; insanın hayattaki esas hedefi de bu olmalıdır, çünkü;

"Eyit eyit kamusun, ne kân ü ne ma'densin
Sûret-i pür ma'nisin, padişahı sende bul.
Gel imdi hicâbın aç, senden ayrıl sana kaç
Sende bulasın Mi'rac, sana gelir cümle yol."(80-81)
"Sen seni elden bırak, Dost yüzüne sensiz bak" (76)

diyen Yunus, Allah katına, benliğin bırakılarak, "kendisiz sefer" edilmek gereği üzerinde özenle durur.
Öze vardıktan sonra insan, Allah'ın bütün gücünü kendinde hisseder, "kul iken sultan olur" (87). İnsanın kendi özünden evrene bakışını, tasavvufun o aşamasını, Yunus kadar çoşku ile dile getirmiş âşık az bulunur.

"Bir dürr-i yetimem ki, görmedi beni ummân
Bir katreyim illâ ki, ummâna benim ummân.
Bu âlem-i kesrette sen Yûsuf u ben Ya'kub
Ol âlem-i vahdette ne Yûsuf u ne Ken'an.
Adım Yunus olduğu bu cisim belâsıdır.
Adım sorar olursan sultâna benim sultân."(115)

Kendi benliğinden geçerek Dosta ulaşan, gözündeki varlık ve nefis perdesini kaldıran, bütün evrenin Allah'ın ulu varlığı karşısında anlamsızlaştığını görür ve her şeyden vazgeçer.

"Canlar canını buldum, bu canım yağma olsun
Assı ziyandan geçtim, dükkanım yağma olsun.
Ben benliğimden geçtim, gözüm hicabın açtım
Dost vaslına eriştim, gümânım yağma olsun.
İkilikten usandım, birlik hânına kandım
Derd-i şarabın içtim, dermânım yağma olsun.
Yunus ne hoş demişsin, bal ü şeker yemişsin
Ballar balını buldum, kovanım yağma olsun."(111)

Öz benliğine ulaşan Yunus'ta çok önemli bir benlik güçlenmesi veya benlik genişlemesi görüyoruz. "Benem", "oldum", "idim", "olam" gibi kelimelerle biten dizelerinde bu güçlenme, veya genişlemeyi çoşkulu olarak anlatmaktadır. Bu çoşku içinde Yunus'un kılavuzu sadece aşktır:

"Deniz yüzünden su alıp sunuveririm göklere
Bulutlayın seyran edip arşa yakın varan benim.
Yıldırım olup şakıyan, gökte melâik dokuyan
Bulutlara hüküm süren, yağmur olup yağan benim.
Gördüm göğün melekleri her biri bir işteyimiş
Hak Çalab'ın zikrin eder, İncil ü hem Kur'ân benim."(87)

Yunus çoştukça sır sözlerini âyân eyler, yeri-göğü kontrolu altına alır; can olur, ten olur, Mûsâ, Süleyman olur; bütün melekleri kendi hükmü altına alır.

"Azrâil ne kişidürür kast idebile canıma
Ben onun kasdını gene kendüye zindân eyleyem
Ya Cebrâil kim ola kim, hükmede benim âhıma
Yüzbin Cebrâil gibiyi bir demde perrân eyleyem."(86)

Yunus'a gücü veren, gönlünde dopdolu olan Hakk varlığıdır. Diğer mutasavvıfların gizledikleri bütün anlamları, Yunus'un çoşkusu açığa çıkarmaktadır. Önceleri yoklukyoksulluktan, ölümden, ölüm sonrası sorgudan, yok olmaktan korkan Yunus; aşk terbiyesinden geçtikten sonra bütün korku ve endişelerinden kurtulmakta, zamanlar ve mekânlar üstüne çıkıp sadece "sır" söylemektedir.

"Aşklılar bizden alalar, aşksızlar hod ne bileler
Kimler ala kimler vere, ben bir ulu dükkan oldum."(87)

Yunus, sırlar içine daldıkça kişiliği güçlenmekte ve genişlemektedir. Gökte Peygamber ile Mi'raca çıkmakta, "ashab-ı suffa"dan daha kanaatkâr olmakta, hem Hz. Ömer kadar âdil olmakta, hem oğlanlarla fısk işleyip hadde basılmakta, Hallâc-ı Mansur ile dâra asılmakta, İsâ Peygamber ile göklere çıkmakta, Mûsâ Peygamber ile konuşmaktadır (90-91).

"Ne derisem hükmüm yürür, elimde ferman tutarım
Ne edersem hükmüm revan, çün hükm-i sultan tutarım.
İns ile bu cinn ü peri, devler benim hükmümdedir
Tahtım benim yel götürür, mühr-i Süleyman tutarım.
İbüs ü Âdem kim olur, ya aza yahut azdıra
Cümle benim eyi yavuz, kamusun benden tutarım."(87)

Bu duygular içinde bütün insanlar Yunus'un kavmidir, bütün dünya onun rızkıdır. Onu diri tutan Allah aşkıdır, onun verdiği can var iken âb-ı hayat istemeyi bile "karanlığa girmek" ve "hayvanlık" olarak niteler
Hak katında, onunla kaynaşmış olan Yunus'a ölüm yoktur; hattâ o, yedi iklimi diri tutandır, yeri-göğü yaratan, Nuh'a tufan veren, dünyaya yüzbinlerce varlığı ve insanı getirip götüren, Yûsuf olup Mısır'da hüküm süren, rûzgar ile hareket eden, sofilerle bel bağlayıp ibadet eden odur.

"Yunus değil bunu diyen, kudret dilidir söyleyen
Kâfir ola inanmayan, evvel-âhir-heman benim."(97)

Tasavvufun bu aşamasına nefsimizle ve nefse bağlı cânımızla çıkamayız. Bütün maddî varlığı terkedip maddî varlığı destekleyen candan dahi vazgeçmek gerekir. Yunus'un

"Yer benimdir, gök benimdir, arş benim
Gör nicesi germişim sayvânımı."(195)

söyleyişi, ancak o zaman anlam kazanır.
Benlik genişlemesi durumunda Yunus, defalarca bu dünyaya gelip gitmekte; bu dünyadaki iyi-kötü, zengin-fakir, müslim-kâfir, büyük-küçük her türlü yaşayışı yaşamakta, her varlığın kılığına girmektedir.

"Deniz kenarında ova, kuyuda işleyen kova
İsâ ağzındaki dua oldum bile işe geldim.
Ay oldum âleme doğdum, bulut olup göğe ağdım
Yağmur olup yere yağdım, nûr oldum güneşe geldim." (183)

Bu arada bütün peygamberlerin çektiği eziyetleri çekmekte, gösterdiği ilâhi özellikleri göstermektedir. Artık Yunus'un dilinde Hakk söylemektedir.
"Ol kâdir-i kun feyekun, lutfedici Rahman benim" diye başlayan şiirinde gene bütün evrenlerin sultanı olmakta; nutfeden âdem, yumurtadan kuş yaratmakta, insanların kimisine günâh işletmekte, kimisini zâhid yapmakta, kimisini mallar ve eşlerle zengin, kimisini fakir kılmakta ve şöyle devam etmektedir.

"Benim ebed, benim bekâ, ol kâdir-i hay mutlaka
Hızır ola yarun sakkâ, onu kılan gufran benim.
Hem bâtınem hem zâhirem, hem evvelem hem âhirem
Hem ben olum hem ol benim, hem ol kerim-i han benim.
Yoktur arada tercüman, andaki iş bana âyân
Oldur bana veren lisan, ol denize ummân benim.
Bu yeri-göğü yaratan, bu arş u kürsi durduran
Binbir adı vardı Yunus, ol sâhib-i Kur'ân benim." (179-180)

Yunus'un genişleme anında hissettikleri, bu dünya ölçüleriyle hareket eden aklın alamayacağı boyutlara çıkar. Bazen bütün denizler onun genişliği yanında bir damla gibi kalırlar. O bazen bir zerrenin içine girer, orada büyük evrenler içindeymiş gibi rahat hareket eder. Bazen Kaf Dağı onun gözüne bir zerre kadar gözükmez, ay ile güneş ona kul olur; bazen zamanlara hâkim olur. Ancak halkın içindeki Yunus'un bir çok eksikleri olduğunu, Allah ve Muhammed'in ihsanına muhtaç olduğunu çok iyi bilir (154. bak ayrıca 115).

Yunus, gönül şarına (şehrine) yerleşince öylesine bir umman kesilir ki, her şey onun içinde yer alır. Yere göğe direk olur, yaz yaratıp yer donatır, yıldırım olup şakır, ağulu yılan olur, Hamza'yı Kaf'tan aşırır, duman olur, toz olur, âşık olur, doğru yolda kul olur (101). Aşk makamında Yunus ateş olur, İbrahim ateşe atıldığında bağ-bostan olur, Mansur ile bir olup "Ene'l-Hakk" diyen, Muhammed Mustafa ile Mi'rac seferine çıkan, orada söylenen sırları duyan olur:

"Şimdi adım Yunus'dur, ol demde İsmâil idi
Ol Dost için Arafat'a kurban olup çıkan benim.
Çarh benim hükmümde durur, her yanda ben oturmuşum
Mülk benim elimde durur, yakan benim, yanan benim.
Sa'd benim, said benim, Yunus dahi benimledir
İlm-i ledündür üstâdım, ol esrârı duyan benim."(93)

"Bu fenâ mülkünde ben nice hayran olam" diye başlayan şiirde Yunus'un fena mertebesindeki gücü, evreni, zaman ve mekânı darmadağın ederek dolaşması çok dikkate değer. Burada ağlamakta, gülmekte, yükselmekte, alçalmakta, çeşitli şahsiyetlerin kılığına, çeşitli canlıların ve diğer varlıkların şekline bürünmektedir.

"Gah işidürem, işitmezem, işümezem aceb
Niçe bir nisyân olam, hayvân olam, insan olam.
Niçe bir sûrette insan ü sıfatta cânver
Niçe bir tilki olam, yâ kurd u yâ aslân olam.
Niçe bir tecrid ü tefrid ü mücerred münferit
Yâ niçe cin, niçe ins ü niçe bir şeytân olam."(99)

Fir'avun olur, Hâmâm (Fir'avun'un veziri) olur, Efreng (Frenk, Avrupalı) olur, Nemrûd olur; bütün kötü şahsiyetlerin kimliğine bürünür. Bazen de Ca'fer-i Tayyar olur, Cercis olur, Calinos, Hipokrat, Lokman olur. Peygamberler sıfatından geçer; gâh Cennet'in bekçisi Rıdvân'ın yanına çıkar, gâh zindanlara girer.

"Geh ola odlar yakam, diller yıkam, cânlar yakam
Geh varam arşa çıkam, geh şâh u geh sultân olam.
Yâ niçe bir ben diyem, sensiz diyen utanmadan
Yâ niçe deksiz olam, dilsiz olam, hayrân olam.
Niçe bir balçıkta olam, alçakda olam, hâr olam
Geh varam gevher olam, yâkût olam, mercan olam.
Dâr olam, girdâr olam, Mansûr olam, berdâr olam
Ten olam, hem cân olam, hem in olam, hem ân olam."(99)

Yunus'un bu fenâ mertebesindeki duygularını, gücünü, çoşkusunu tam olarak anlayabilmek için, o mertebede gerçekten yaşamak gerekir. Yoksa, o mertebeye çıkamayanlar için bu dizeler, ruhta küçük çırpıntılar uyandıran güzel söylenmiş bir şiirden öte anlam ifade etmez. O ruh gücüne ulaşmak, zaman ve mekânı hallaç pamuğu gibi atarak her varlıkla kaynaşıp doya doya yaşamak; ancak fenâ mülküne ulaşmış velilerin yapabileceği bir iştir.
Aşığın sırra ermesi, fenâ mülküne çıkması, kendi benliği içinde seyrederken olur. Herkes kendi benliği içinde korkmadan uzun bir yolculuğa çıkarsa kendi canını, kendi esas özünü, Allah'ını bulacaktır. Onu bulan, ilk başta şaşırır, kendisiyle onu ayıramaz.

"İsteyiben bulımazam, ol benisem yâ ben hani
Seçmedim ondan beni, bir kezden olum âhi."(141)

"Ene'l-Hakk" şeklindeki sözler, hep bu dönemin çoşkusu ile söylenmiştir. Toprak olan sûretin yanında esas cevheri gören, artık toprak bedeninin peşinde koşamaz, hep can ile beraber olup onun isteklerini yerine getirir. İnanmayan, canın bu değerini göremez, Allah'ın insana bu kadar yakınlığını göremez, onu bulmak için "uzak sefer" eyler. Onun, kendi içinde dolu olduğunu bilen ise, bir kerre ona ulaştıktan sonra hep onunla yaşar; onun yalnız bu andaki ve bu yerdeki değil, zamanın ve mekânın her boyutundaki tecellilerine katılır.

"Mun'im oldum yoksul iken, benim oldu kevn ü mekân
Yerden göğe, mağrıp, maşrık; yere-göğe doldum ahi."(141)

Kendi vücudunda, kendi gönlünde anlamlar denizine ulaşan, oradan iki cihanı da seyredebilir. Yerler, gökler, cennet, cehennem, yetmişbin hicâp perdesi, Levh-i mahfuzda yazılı olan her şey insan vücudunda vardır.

"Tevrât ile İncil'i, Furkan ile Zebûr'u
Bunlardaki beyanı cümle vücutta bulduk.
Yunus'un sözleri Hakk, cümlemiz dedik saddak
Kend'istersen anda Hakk, cümle vücutta bulduk."(170)

Bunu anlayan kişinin, artık dışardaki âyetlerden ziyade içerdeki âyetlerle meşgul olması, kendi beni içindeki öz benliği ile yaşaması en doğru ve en açık bir yol olur.
Evrende asıl olan aşktır, sevgidir. Aşkın kaynağı Allah katındadır ve oradan bir parça aşk bütün evrenlere yayılmıştır. Her türlü oluşu idare eden, yürüten odur. Madde, bu oluşta sadece bir vasıtadır. Sevgi olmasa maddenin hiç bir değeri kalmaz.
Allah'ın oluşu idare eden sevgisi bütün varlık ve olaylarının en içine, onu karakterize edecek şekilde yerleşmiştir. Varlıkların ve olayların gerçek anlamına, oradan evrenin anlamına ve Tanrı gerçeğine ulaşmak için, her şeyin özüne doğru gidilmelidir. Burada, Allah'ın yeryüzündeki halifesi olarak, yaratılmış olan bütün varlıklardan daha çok Tanrı sevgisini bulunduran insanın gönlüne sefer eylemek, daha doğru bir yoldur.
"Fenâ mertebesi"ne ulaşan mutasavvıf, ancak o mertebede kendisini Allah'ın halifesi gibi görüp bütün oluşa, Allah'ın bu evren ve evrendeki varlıklara çizdiği boyutlar içerisinde, ama bütün zaman ve mekânlarda, bütün varlık katmanlarında ve hallerinde katılır. Yunus'ta bunun birçok örneklerini görüyoruz.
Tasavvufun daha ileri mertebesi, "sonun başlangıçla birleştiği safha"nın geçilmesidir. Varlıkların ve onun içindeki insan türünün içinde, zamanın ve mekânın bir boyutunda bir tek insan olarak yaratılmışız. Bu realitenin gereklerini yerine getirmek için, Allah'ın yarattığı oluşa, sınav ortamındaki bir kişi titizliği ile hazır olmalı, onun gösterdiği doğru yolda maddî olarak da yaşamalıdır. Ama bunu yaşarken her zaman onunla içiçe olduğumuzu, onun sevgi dolu yönlendirmesine ihtiyacımız olduğunu unutmadan.

"Başdan ayağa değin Hakk'tır ki seni tutmuş
Hakk'tan ayrı ne vardır, kalma gümân içinde
Sayrı olmuş iniler, Kur'ân ününü dinler
Kur'ân okuyan kendi, kendi Kur'ân içinde."(119)




YUNUS EMRE-9 (1238-1321)
reklam

  • Dünya

  • 𐱅𐰇𐰼𐰚 - 𐱅𐰇𐰼𐰰
  • Yonetici
  • *
  • Karma: 10204
  • İleti: 11698
  • Nerden:Dünya
  • Cinsiyet: Bayan
Ynt: YUNUS EMRE-9 (1238-1321)
« Yanıtla #1 : Ocak 19, 2020, 05:54:28 ÖS »
 emekicin1.gif
reklam

Keşke sevgi ağaç dallarında asılı olsaydı..
Sadece sevgi mi?Saygı,Sadakat,
Huzur,Terbiye,Barış,
Kardeşlik..
Herkes toplayıp birbirine dağıtabilseydi..

Etiket:

 delicious  digg  facebook  furl  linkedin  myspace  reddit  stumble  technorati  twitter